Tam bir siyasî deprem yaşanıyor Ankara’da…
3 Kasım 2002 tarihinden bu yana her şeyin Tayyip Erdoğan’ın iki dudağının arasında cereyan ettiği bir dönemin ardından 4.5 yılda yaşanmayanlar 15 güne sığdı.
İlân edilen cumhurbaşkanı adayı, iptal edilen cumhurbaşkanlığı seçimi, Çankaya’ya çıkmaya hazırlanırken geri çekilmek zorunda kalan aday… Muhtırası, erken seçim kararıyla birlikte tam bir alt üst oluş yaşandı.
12 Eylül 1980’den bu yana arzulanan, ama bir türlü gerçekleştirilemeyen sağ ve solda birleşme ya da ittifakın da kapıları aralandı.
DYP ile ANAP, DP şemsiyesi altında, CHP ile SHP, CHP listelerinde buluştu.
Bütün bunlar oldu bitti de benim aklım hâlâ, “Bize zorla başörtüsü taktıracaklar” diye meydanlara dökülen genç kızlarda, “Bir sabah kalktığımda polis zorla eşimin başını kapatacak” diyen insanlarda.
Bu kaygı çok önemli.
“AKP’liler müthiş bir dünyevileşmenin, lüks araçlar, marka giyimler, yurt dışına uzanan tatiller ve ihâle takipçiliği aracında nasıl fırsat bulmuşlar da kadınların başını zorla kapattırmak için harekete geçmişler” diye düşünmekten helâk oldum.
Öyle ki bunlar değil miydi başörtülü hanımını evde bırakıp, başı açık sekreterle evlenen ya da çayda çıra geçiren diye düşünmeden edemiyorum.
Ama bir türlü işin içinden de çıkamadım.
Hatta okullardaki başörtüsü sorunu hatırlatıldığında , “Sayıları üç-beş bini geçmeyen türban sorunu için ülkeyi geremeyiz” zihniyetinde olanların varlığını da biliyorum.
Hatta iktidarı uğruna başörtüsünü kurban edenler diye içimde de öfkeleri mevcut.
Bu taraftan bakınca, iktidar nimetlerine boğulup dinde lâkaytlaşanlar, Tandoğan Meydanından bakınca, polis zoruyla kadınların başını kapattıracağına yüz binlerce başı açık kadının inanıp, korkudan sokaklara döküldüğü bir hadise.
Bu müşkülü nasıl halletmeli, kime danışıp bir yol bulmalı diye düşünürken Taha Kıvanç imdadıma yetişti.
Anayol’un yıkılması ve DYP’den “A Takımı”nın istifa sürecinde, ihtilâl için gün sayan bazı milletvekilleri bir Haziran gecesi darbe haberi kulaklarına üflenince, motor kiralayıp denize açılmışlardı.
Şimdi ise bir Ankara Temsilcisinin, “İdam edileceklerin listesi, paşaların cebinde” diye dolaşıp korku saldığı biliniyor.
AK Parti’nin kapatılması için belge toplandığı, Yargıtay’da görev yapan bir dernek başkanının bu işe gönüllü olarak soyunduğu kulaktan kulağa dolaşıyor.
Hatta Genelkurmay bildirisinden sonra panikleyen bir milletvekilinin Genelkurmay’daki tanıdıklarına ulaşıp, “Bizi toplayacaksanız, beni siz alın” dediği de askerî çevrelerde anlatılıp, gülünüyormuş.
Bütün bunlarla ilgili bir adres arıyordum. Bulduğum o oldu işte.
Taha Kıvanç “Psikolojik Savaş Merkezi” dedi.
Demirel döneminde Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuş, sonra Genelkurmay’a bağlanmış.
Faruk Mercan’ın “Onlar Başroldeydi” kitabında, başka ayrıntılar da veriliyor: “Kuruluşu ABD’de Prof. Vamık Volkan’dan eğitim almış olan Prof. Abdülkadir Çevik ve Prof. Birsen Ceyhun yaptılar.”
Burada bir nokta.
Vamık Volkan 13 Haziran 1996 günü Ankara Üniversitesi tarafından “onursal doktora” verilerek ödüllendirilmişti. Ama yalnız değildi. Cumhuriyet mitinglerinin metin yazarı, “Çılgın Türk” Turgut Özakman ile Cumhuriyet’in başyazarı İlhan Selçuk ile birlikte.
Sizi bilmem, ama benim kafamda fotoğraf şekillenmeye başladı.
Çorum, Maraş ve Sivas olaylarının bir söylenti ile başlayıp, 5-6 Eylül olaylarının yine Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin kundaklandığı haberleri ile patlatıldığını bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
09.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|