Malatya’dan okuyucumuz:
*“Tesbihatta geçen ‘sâdikîn’ ifadesinin mânâ ve hikmeti nedir? Bu ifadenin içine kimler girer, kimler girmez?”
Namaz Tesbihatında ‘şerlerden istiâze’ bölümünde; Cehennem ateşinden, Rabb-i Rahîm’imize şu ifadelerle sığınırız: “Allah’ım, anne ve babamızı, akrabalarımızı, ecdadımızı, sevdiklerimizi, muhlis mü’minleri ve Kur’ân ve îman hizmetinde bulunan sâdık Nur Talebeleri’ni Cehennem ateşinden muhafaza eyle!”
Afv ve kabul için talep ve duâ bölümünde ise; Erhamü’r-Râhimîn’den Cenneti isterken; sırayla, kendimiz için, ismiyle Üstadımız için, anne ve babamız için; daha sonra ‘sadık Nur Talebeleri’ için; hemen ardından devamla; erkek kardeşlerimiz için, kız kardeşlerimiz için, akrabalarımız için, ecdadımız için ve iman ve Kur’ân hizmetindeki muhlis mü’min dostlarımız için Allah’ın affını, fazlını ve Nebiyy-i Muhtar’ın (asm) şefaati ile Rabb’imizin Cennet’ini istiyoruz.
Resûlullah’a (asm) ve âl ve ashabına salât ve selâm gönderdiğimiz bölümde de; Allah Resûlüne (asm) ağaçların yaprakları miktarınca, denizlerin dalgaları adedince ve yağmurların katreleri sayısınca, milyonlar def’a salât ve selâm gönderdikten sonra; ehl-i îman için Allah’ın mağfiretini, rahmetini ve lütfunu istiyoruz. Ezcümle; bu cümlede ismi veya sıfatı geçenler; başta kendimiz, sonra ismiyle Üstadımız, sonra annemiz ve babamız, daha sonra da ‘sadık Nûr Talebeleri’dir. Burada isim ve sıfat arasında aslında hiçbir fark yoktur. Sıfatı zikredilip, ismi zikredilmese duâ sahibine ulaşabileceği gibi; ismi zikredilse ve sıfatı zikredilmese Allah’ın izniyle yine ulaşır. Hem ismi, hem sıfatı zikredildiği zaman, daha evlâ bir şekilde duâ “çift taleple” inşaallah sahibine ulaşır.
İsm-i Azam’ın tercümanı olan duâ ve istiâze bölümünün sonunda da; Rabb-i Zü’l-Celâl’i bütün noksan sıfatlardan tenzih ettikten, ta’zimde ve takdiste bulunduktan sonra; Rabb’imizin bize, ismiyle Üstadımıza, annemize ve babamıza, erkek kardeşlerimize, kız kardeşlerimize, hâlis dostlarımıza, hâlis arkadaşlarımıza ve hâlis Nûr Talebelerine ecir ve bereket lütfetmesini ve bütün Cehennem ateşinden muhafaza etmesini; nefsin ve şeytanın şerrinden; cinlerin ve insanların şerrinden; bid’atın, dalâletlerin, dinsizliğin ve azgınlıkların şerrinden de muhafaza kılmasını niyaz ediyoruz. Buradaki duâ ibârelerinde her ne kadar “Talebe-ti Resâili’n-Nûr” ifâdesi ile beraber “sâdıkîn” ibâresi geçmiyorsa da; bundan iki kelime sonra gelen ve “ehbâbenâ” ya ait olan “el-Muhlisîn” ifâdesi vav-ı atıfla “rufekâenâ”ya bağlandığı gibi, aynı zamanda “Talebe-ti Resâili’n-Nûr” ibâresine de bağlanmış oluyor. Binâenaleyh burada da, neticede “ihlâs” kavramına yapılan vurgu ön plâna çıkıyor.
Sadakat ve ihlâs sıfatları tevfik ve hidayetin olmazsa olmaz şartlarındandır ve birbirini tamamlayan iki verimlilik ve muvaffakiyet sıfatıdır. Dünyevî-uhrevî hangi işte olursa olsun sadakat ve ihlâs olmadığında ne verim almak mümkündür; ne de muvaffak olmak! Dolayısıyla dünya işlerinde bile, vazgeçilmez birer “sır ve tılsım” hüviyetinde bulunan bu iki sıfatın, âhiret işlerinde, îman ve Kur’ân hizmetinde ve Allah rızâsının talep edildiği her işte daha ehemmiyetle aranacağı şüphe götürmez. Burada, İhlâs Risâlesinin girişine alınan âyet-i kerime ve hadis-i şerifi hatırlamakta yarar var: Ayet-i Kerimede dine ihlâsla bağlanmak vurgulanıyor ve Allah’a ihlâsla ibadet edilmesi emrediliyor.1 Hadis-i Şerifte ise; “İnsanlar bilmedikçe, bilenler yaşamadıkça, yaşayanlar da ihlâslı olmadıkça helâk olurlar! İhlâslı olanlar da her an onu kaybetme tehlikesi ile yüz yüze bulunmaktadır” buyuruluyor.2
Netice olarak; dinde ihlâs ve sadakat şarttır. Nur talebeliğinin de iki önemli esasıdır.
Dipnotlar:
1- Zümer Sûresi, 39/2-3
2- Bakınız:Lem’alar,S.152
09.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|