Siyasî gelişmeler baş döndürücü bir hızla yaşanmaya devam ediyor.
Bu gelişmelerin önemli bir kısmı sürprizlerle doludur. Sürprizlerin bazısı karamsarlığa sebep olurken, bazısı ise etrafa ümit pırıltılarını saçıyor.
Müthiş bir heyecan dalgasının uyanmasına sebebiyet veren gelişmelerden birinin, siyasî toparlanma ve uzlaşmanın "Demokrat Parti" ismi ve mânâsı etrafında düşünülmesi ve bunun gerçekleştirilmesi olduğunu hemen başta ifade edelim.
Kezâ, genel seçimlerin dört senede bir yapılması, cumhurbaşkanının halk tarafından–üstelik, 5+5 şeklinde–seçtirilmesi ve bu meyanda gerekli her türlü çabanın gösterilmesi yönündeki adımların da, karamsarlığa yüz tutmuş ümitlerin yeniden dirilmesine yol açtığını da belirtelim.
Bütün bu müsbet gelişmelerin, bugün veya yarın, yani genel seçimlerden önce veya sonrasında gerçekleştirilmesinin fazla önemi yok. Asıl önemli olan, böylesine hayırlı bir yola girilmiş olması ve bunların kamu vicdanında mâkes bulmasıdır.
Yani, ciddî adımlar atıldı; gerisi suhûletle gelecektir. Bunun için kavlî ve fiilî duâlarımızı eksik etmeyelim.
61 yıl önce 61 milletvekili
Çok ciddî bir aksilik yaşanmazsa, Türkiye 22 Temmuz'da genel seçime gidiyor.
Bu sıcak tarih, "Yeter! Söz milletindir" Demokrat Partinin Millet Meclisi'ne ilk kez girdiğinin tam tamına 61. yıldönümüdür.
Türkiye'de çok partili sisteme geçildikten sonra–ayıplı da olsa–yapılan ilk genel seçimin tarihi 21 Temmuz 1946'dır.
"Açık oy, gizli tasnif" ayıbıyla yapılan bu seçimde, Demokrat Parti 61 milletvekili kazanarak Meclis'te hem grup kurdu, hem de anamuhalefeti temsil etti.
Evet, bu tarihî hadisenin üzerinden tam 61 sene geçti. Ve şimdi, aynı misyonun takipçileri yine Demokrat Parti ismi etrafında birleşerek Meclis'e girmenin plan ve programını yapıyor.
Bu tabloya bakarak, nereden nereye demekten alamıyoruz kendimizi.
Muhakeme, muhasebe
Yaklaşık 4,5 senedir iktidarda bulunan AKP yönetim kadrosu, vakt–i zamanında düşünüp yapamadığı bazı hususları, muhtemelen henüz yeni akıl edip gündeme getirmiş bulunuyor.
Şimdiye kadar, onların dışında hemen herkes diyordu ki: "Dört yıllık iktidar döneminden sonra, ülkeyi genel seçimlere götürün. Kànun maddesine sığınıp da beşinci seneyi sakın ha zorlamayın..."
Ama, kimseyi dinlemediler. Hatta, erken seçim talebini "ihanet"le eşdeğer tuttular. Zorlamaya gittiler, işi yokuşa sürdüler ve nihayet nefesleri tükenerek yokuşta kaldılar. Bir adım olsun ileriye gidemediler. Meclis'te nâdir görülmüş bir ekseriyeti teşkil ettikleri halde, cumhurbaşkanını seçtiremediler. İnisiyatifi elden kaçırdılar. Tıkandılar. Dört yılda bir genel seçim yapılmasına karşı oldukları gibi, cumhurbaşkanlığı için daha evvel ortaya atılan "5+5 formülü"ne de karşıydılar. Şimdi ise, bunun tam tersi bir noktaya geldiler. Vesaire...
Demek ki, ya aklî muhakemeye dayalı bir strateji yapmadılar, ya da ciddiyet ve samimiyetle bağdaşmayan hayalî bir stratejinin peşine düştüler.
Neticede, umumun nazarında "basireti kapalı, önünü göremeyen ve krizi yönetemeyen" kişiler durumuna düştüler.
Bundan böyle istedikleri kadar "mağdur rolü"nü oynasınlar, yine de eskisi kadar inandırıcı olamayacaklar. Zira, artık "krizi aşamayanlar" damgasını yediler.
Bu damga, seçim gününe kadar giderek belirginleşecek ve galip kanaati "Bunlar artık istedikleri kişiyi cumhurbaşkanı yapamaz" noktasına getirecektir.
Tepeden inmecilikle olmaz
Bir başka husus, "başörtüsü" gibi son derece önemli ve hassas bir meselenin, "tepeden inmecilik" sûretiyle halledilmesi yönünde halka verilen "zımnî mesaj"dır.
Bu konuda 4,5 sene müddetince hiçbir şey yapmayan, yapamayan bir iktidar, genel seçimlerin kapıya gelip dayandığı bir zamanda, üstelik risk ve tehlike yüklü bir hamle ile sanki bu işi halletmeye çalışıyormuş gibi bir hava yaymaya çalıştı.
İtiraf edelim ki, akılla, mantıkla ve samimiyetle bağdaşması mümkün görünmeyen bu hava, çok sarsıcı oldu. Öyle ki, pekçok kimsenin kafasının karışmasına, aile fertleri arasında huzursuzluk çıkmasına, kimi arkadaş gruplarının dahi birbirine düşmesine, en azından zıtlaşmalarına sebebiyet verdi.
Oysa, bizim prensiplerimizde ıslahat için tabandan tavana doğru giden bir "tedricîlik esası" vardır. Hatta "sırren tenevveret" düsturu vardır. Başkasına ait olan atraksiyonlar bizleri hiç sarsmamalıydı.
Şükürler olsun ki, sarsıcı havalar geçiciydi. Bunlar izale oldu ve olacak gibi. Yeniden akl–ı selim galip gelmeye, müşterek fikir ve istişare ruhu meseleye hakim olmaya başladı.
Yine şükürler olsun ki, bizler hemen her meselemizi meşveretle halletmeye çalışıyoruz. "Bana göre şöyle... Yok, bana göre..." diyerek, ferdî veya infiradî yollara sapmıyoruz.
Kardeşlerimize de bunları hatırlatarak, onların teennî ve itidal ile hareket etmeleri tavsiyesinde bulunuyoruz.
Geçmiş dönemlerde (70'lerde, 80'lerde, 90'larda ve 2000'li yılların ilk yarısında) yaşadığımız sıkıntıların bir başka benzeri ile şimdi yine karşı karşıyayız. Bu yeni sıkıntının derecesinin de gayet iyi farkındayız. Müsterih olun.
İnşaallah, mevcut badireyi de yüzümüzün akıyla atlatmaya muvaffak oluruz. Yeter ki, başka meslek ve meşrepte olanların hatırı için, tereddüt yaşamayalım ve kendi ittihadımızı bozacak söz ve davranışlardan uzak duralım.
GÜNÜN TARİHİ 7 Mayıs 1920
Yakın tarihte ünlü bir joker: Ali Fethi
Yakın tarihimizin dikkate değer bir siyasî figürü olan Ali Fethi Okyar, İstanbul'da öldü.
O, asker kökenli bir siyasetçiydi. Hiçbir zaman kendi inisiyatifiyle hareket etmedi. Siyaset sahnesinde, daima bir başkasının, yahut başkalarının inisiyatifi ve yönlendirmesiyle önemli roller üstlendi. İşte, ona siyasî figür, yahut joker dememiz bu sebepten.
Bakalım, yakın geçmişteki siyasî senaryoların hangisinde rol alıp oynamış ve üstlendiği rollerde nasıl bir performans göstermiş...
Kısa biyografisi
Ali Fethi Bey, 1880'de Pirlepe'de (Prilep) doğdu. Burası, Makedonya Cumhuriyetinin orta bölgesinde yer alan önemli şehir merkezlerinden biridir.
Fethi Okyar, çocukluğunda iyi bir eğitim gördü. Gençliğinde askerliğe ilgi duydu. Harbiye okuluna girdi. 1903'te Kurmay Yüzbaşı rütbesi ile Harbiyeyi bitirdi. Çeşitli askerî görevlerde bulundu.
1909'da Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinin ardından, tam 3,5 sene müddetle Selânik'teki Alâtini Köşkü'nde mahpus tutulması esnasında, burada Muhafiz Komutanlığı yaptı. (NOT: Alâtini Köşkü, Selanik’te Yalılar semtinde, İtalyan asıllı un tüccarı Yahudi Giorgio Allâtini’ye ait dört katlı bir bina idi.)
Ali Fethi Bey, İtalyanların Trablusgarp'ı işgali üzerine oraya gidip mücadeleye atılanlardan biri oldu. Trablusgarp'dan döndükten sonra, Ocak 1912'de Manastır mebusluğuna seçildi. Meclis'in tıkanması üzerine, aynı sene içinde askerlik mesleğine geri döndü. Yine aynı sene içinde ordudan ayrılarak Sofya Elçiliğine atandı.
Bir yıl sonra İstanbul Mebusu seçildi. 1917'de Dahiliye Nazırlığına (İçişleri Bakanlığına) getirildi.
İşgal döneminde, İttihatçıların önde gelen adamlarından biri olduğu gerekçesiyle, İngilizler tarafından Malta Adasına sürgün edildi. Ancak, tutuklanan İngilizlerle değiştirilmek üzere, serbest bırakıldı.
1921'den sonra Ankara'ya gitti. Birinci BMM'ne İstanbul Mebusu olarak katıldı. İçişleri Bakanlığına getirildi. İkinci Meclis devresinde M. Kemal'in cumhurbaşkanlığına getirilmesi üzerine, Fethi Okyar Meclis Başkanı seçildi. 22 Kasım 1924'te başbakanlığa getirildi. 4 Mart 1925'ten sonra. Başbakanlıktan ayrıldı. Aynı yıl Paris Büyükelçiliğine atandı. Beş yıl sonra bu görevi bırakıp geldi.
1930 yılı sonlarında, M. Kemal'in bilgi ve direktifleriyle Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurdu. Ancak, muharrik–i bizzat olmadığı için, dört ay sonra, başında bulunduğu partiyi yine kendisi kapattırdı.
1934'te Londra Büyükelçiliğine atandı. 1939–42 yılları arasında gelip milletvekili seçildi. Kısa bir süre Adalet Bakanlığı görevini yürüttü. Daha sonra siyasetten çekildi. 1943'te öldü.
Öne çıkan özellikleri
* Asker ve siyaset karması şeklinde ortaya çıkan İttihatçıların üst yönetim elemanlarından biri. Ancak, birinciliğe hiç oynamadı, hangi görev verildiyse onu yapmaya çalıştı.
* Sultan II. Abdulhamid'in Selanik'teki mahpusluk günlerinde yanında ve yakınında en uzun süreli vazife gören Muhafız Komutanı oldu.
* Eski İttihatçılar'dan koptuktan sonra, tam bir teslimiyet içinde M. Kemal'e bağlandı. Onun inisiyatifi doğrultusunda hareket etti.
* Serbest Fırka'nın başına geçti. Ancak, herhangi bir misyon, yahut vizyon sahibi olmayıp, doğrudan başkasının kumandası ile siyaset yaptı. Bu yüzden de başarılı olamadı. Sadece ciddî muhalefete soyunan arkadaşlarının canını yaktırdı. Tıpkı, Menemen Hadisesinin ağır faturasını dindarlara çıkarttırmaya sebebiyet verdiği gibi...
07.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|