Krizin mahiyetiyle alâkalı çeşitli spekülasyonlar yapılıyor. Ama laik kesimler, ortada hiç gerilim nedeni yokken, gerilimin ve kutuplaşmanın kaynağı olarak AKP’yi gösteriyorlar. Aslında daha önce de biz 28 Şubat sürecinde aynı şeyleri yaşamıştık. O vakit de gerilimin ve kutuplaşmanın kaynağı olarak Erbakan ve Erbakanizm (millî görüşçülük) gösteriliyordu. Bunun için, bütün muhalifler üzerine çullandılar ve daha sonra AKP’nin kurucu kadrosu olan ve o vakit Yenilikçiler olarak anılan kanat da ‘Erbakan’ın üslubuyla devlet yönetilemez’ restini çektiler ve kendisini yalnız bıraktılar, terk ettiler. Doğrusunu söylemek lâzımsa onlar Erbakan’dan daha uzun soluklu çıktılar. Türkiye’yi 4.5 yıl istikrar içinde yönettiler. Bununla birlikte, az gittik, uz gittik yine aynı noktaya avdet ettik. Sağıyla, soluyla herkes Erbakanizmden sonra Erdoğanizmi gerilimin kaynağı olarak gösterdi. Dolayısıyla gelinen süreçte Erdoğanizm de Erbakanizm’in akibetini paylaşmış oluyor. Hak edip hak etmemek ayrı bir husus. Bu bağlamda, Erbakan’ı yarı yolda bırakanlar ‘el cezau min cinsil amel/ceza işin türündendir’ sırrıyla karşılaşıyorlar. Türkiye’deki kısır döngünün, çalkantı ve sarsıntıların temelinde, siyasî hayatımızın ahlâkî kriterlerden yoksun olması yatıyor. Bundan dolayı da hep fasit daire içinde dönüp dolaşıyoruz. Nilgün Cerrahoğlu gibiler sürekli olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye günlerinde söylediklerini ağızlarında sakız etmişlerdi. Buna göre, o, demokrasiyi kullandıktan sonra atılacak bir araç olarak görüyordu. Halbuki buradaki araç tanımı, iki tarafa göre farklıydı. Yani demokrasi gizli gündemin bir aracı değil. Makyavelistçe merdiven olarak kullandıktan sonra ihtiyaç savılınca atılacak bir eşya değil. Sonra AKP ile ilgili güvensizlik, sadece demokrasi bağlamında değil, AB bağlamında da devam etti. Hem samimiyet çıkmazında kaldılar.
***
AB sürecinde de samimi olmadıkları, süreci, iktidarlarını güçlendirmek için bir araç ve basamak olarak kullandıkları söylendi. AB’yi iç baskılara karşı koruyucu bir stepne olarak görseler de, bunu münhasıran onun için istedikleri de söylenemez. Eğer demokrasi veya AB süreci bir araç idiyse, öyleyse AKP’nin gizli bir gündemi veya projesi olması lâzım, değil mi? Araçsallığı, ancak bunun üzerinden test edebiliriz. Gerçekten de AKP’nin gizli gündemi olması için, buna bağlı olarak bir projesi olması gerekir. Fakat baktığımızda, zerre kadar böyle bir eğilimlerinin veya projelerinin olmadığını görüyoruz. AKP’nin projesi ideoloji projesi değil, kadro projesidir. Ortada kalmış bir siyasî kadronun iktidara tutunmasıdır. Bu iyi mi, kötü mü tartışılır, ama tartışılamayacak kesinlikteki gerçek AKP’nin ideolojik bir vizyondan yoksun oluşudur. Ya da ideolojik olarak 1950’den beri devam eden merkezî anlayışa kaymasıdır. Suçu varsa budur! Bundan dolayı da Cezire’de yapılan bir Türkiye anketinde AKP’ye karşı olanların çoğu, onu İslâmî açıdan bir projesizlikle ve İsrail’le ilişkileri devam ettirmekle ve AB’ye eğilim duymakla suçluyorlar. İrtica suçlaması ise, yüz yılın meselesidir. Bunu ilk ortaya atanlar İttihatçılardı. Şimdi de İttihatçı ve komitacı geleneğin devamı olanlar, aynı suçlamayı bu kez de AKP kadroları için yapıyorlar. 1950’li yıllardan beri devam eden sürece baktığımızda, bugün onların yerine kaim olanların dahi AKP’yi aynı şekilde suçladıklarını (gerginlik kaynağı) görüyoruz, ama suçlasalar da DP, AP gibi eski kitle partileri de halkın veya değerlerinin yanında yer aldıkları için suçlanmışlardı. Bugün ise sıra hasbe’l kader AKP’ye gelmiştir.
***
Dolayısıyla gizli darbeciler veya bindirilmiş kıtaların sloganları doğrultusunda Türkiye’de bir ‘şeriat- darbe’ ikilemi yok. Sadece iddiası var. Ama bir başörtüsü meselesi var. Dış basın da bu meseleyi öne çıkarmış durumda. Krizin temelinde başörtüsü hazımsızlığı vardır. Time dergisinin de yazdığı gibi, “baştaki bez parçası hükümeti indirebilir...” Türkiye’deki gerginlik ortamı başörtüsü meselesini aşsa bile, özündeki meselelerden birisi başörtüsüdür. Veya en azından sembollerinden birisidir. Başörtüsü turnusolünün üzerinde sosyal ve siyasî tabakaların mevzii alması ve çatışması ve cirit atmasıdır. Meseleyi en iyi sembolize eden ise, başörtüsüdür. Cezire’nin anketine katılanlardan birisi de, her ne kadar Türkiye’deki çatışmanın laik anti laik veya İslamcı- laik eksende görmese de, ama derinde böyle olduğunu ifade etmiştir. Gerilimin görüntü üzerine kurgulandığını söyledi. Bizim şeair-i İslâmiye dediğimiz şeyi, Cezire izleyicileri mezahir-i İslâmiye olarak takdim etti. Mesele şeriat-darbe ikilemine indirgense de, demek ki Cezire izleyicilerinin de net olarak teşhis ettikleri gibi, aslında mesele şeair-i İslâmiyeye tahammülsüzlük meselesidir. Yaşanan gerilim, 80 yıldır bir türlü çözülemeyen kültür üzerinden kimlik çatışmasından başka bir şey değildir ve laik kesimler bunu ‘şeriat-darbe’ kıskacına indirgiyorlar. Sorun, özünde hukuk sorunu değil, bir hayat tarzı, yani kültür sorunudur.
07.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|