Çankaya adayının eşi başı açık olsaydı ve onların aradıkları kriter ve evsafa haiz olsaydı Sabih Kanadoğlu gibilerin aklına nisap sayısı olarak 367 gelmeyecekti bile. Galiba kanundaki boşluklar kanunun üzerindekilerin kullanımı için var. Ve Ahmet Necdet Sezer veya benzerleri Gül’ün haiz olduğu desteğin de altındaki desteklerle seçilmişlerdi. Zira kimi çevrelere göre Ahmet Necdet Sezer sistemin sigortası hükmündeydi. Bu durumda seçilmese ne olur? Veya seçimi formaliteden ibarettir. Bundan dolayı asaleten atanmasında bir mahzur yoktu. Dolayısıyla ortada hukuk yok, hukukun manipülasyonu ve tevili var. Yekta Güngör Özden, SKY Türk kanalındaki konuşmasında Cumhurbaşkanlığına vekalet meselesini de gündeme getirmiş ve yeni cumhurbaşkanı seçilememesi halinde Sezer’in Çankaya’yı boşaltması ve yerine Bülent Arınç’ın vekalet etmesi gerektiğini söylemiştir. Ama CHP hukuku bilek gücüyle halletmeye kalkıştığından teknik detaylar kendisini pek ilgilendirmiyor. O işin ruhuyla daha çok ilgileniyor.
Anayasa Mahkemesi hem hukuken, hem de siyaseten yanlış bir karar vermiştir. Kararı ideolojik olarak doğru olabilir ama hem siyaseten hem de hukuken yanlış yapmıştır. Mustafa Erdoğan kararı hukuk bağlamında 2+2=5 şeklinde yorumlamıştır. Ve Referans gazetesinden Ertuğ Yaşar yazısında bu aritmetiğin mantık hatasını şöyle yorumluyor: “Bana göre seçilmek için 367 oy gereken bir yerde toplantı yeter sayısı 367 olamaz...”
Hukuk mütalaası böyle. Ya siyasi mütalaa? Aslında Anayasa Mahkemesi bu içtihadıyla anayasanın ruhuna ters düştüğü gibi, günü kurtarayım derken siyaseti kilitlemiştir. Günü kurtarma adına geleceği harcamıştır. Bunu en veciz bir şekilde ifade edenlerden birisi Başbakan Erdoğan olmuştur ve şöyle söylemiştir: “Cumhurbaşkanının Meclis’te seçilmesinin önü kapanmıştır. Bundan sonra gelecek Meclis’te de cumhurbaşkanı seçilemez. Bu, demokrasiye sıkılmış bir kurşundur...”
Anayasa Mahkemesi müstakbel cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesinin önünü fiilen kapatırken Baykal da halkın Cumhurbaşkanı seçemeyeceğini aksi takdirde padişah seçmiş olacağını öngörüyor. Buyrun buradan yakın! Bu tepki üzerine seçici davranan Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu aynen Deniz Baykal’la birlikte Erdoğan’ın sözlerini kastederek ‘Kurum hedef gösterildi’ demiştir. Bunun sonucunda Erdoğan muhatabının Baykal olduğunu söylerken, Tuğcu da Baykal’ın açıklamasının da suç teşkil ettiğini söylemiştir. Buna, zincirleme kaza denir.
***
Dolayısıyla zincirleme yanlışlarla birlikte Türkiye siyasî bir yanlıştan sistem yanlışına düşmüştür. Böylece derin bir krizin içine yuvarlandık. Çıkmak istedikçe de batıyoruz. Bu yanlışlar yumağı neredeyse herşeyi tartışmalı hâle getirmiştir. Bu da Türkiye’nin kan kaybetmesi mânâsına geliyor. Tıkanma derinlerde. Nedense cumhuriyet ile demokrasi arasını bulamadık, bağdaştıramadık. Birileri çözüm formülünü Türkiye’ye özgü hale getirmişler ve şunu teklif ediyorlar: “Az darbe, az irtica ve az demokrasi...” Ama bu terkibi kim sağlayacak ve hakem kim olacak? Bir ara ‘Türkiye’nin helvacısı yok’ diyen Tayyip Bey bunun yolunu bulamadığına göre Baykal mı bulacak? Türkiye’nin yeni vasisi Baykal mı? Türkiye’deki tıkanmanın sebebi ideolojik cumhuriyet ile halk demokrasisinin çatışmasıdır. AKP gibi partiler halktan icazet aldıkları oranda ideolojik cumhuriyetten icazet alamamaktalar. CHP veya onu temsil eden zihniyet ise seçkin cumhuriyetçiler olarak sistemden beslendikleri kadarıyla halktan destek alamıyorlar. Bu durumda halk ile seçkinci cumhuriyet anlayışı birbirini bloke ediyor. Yaşanılan ortamın tercümesi budur.
Elitistlere göre halk dolgu maddesinden başka bir şey değildir. Ve hukukun onların arzuları istikametinde tevil edildiğini görüyoruz. Hukukun tevilinin yetmediği yerde de güce başvurmakta tereddüt etmeyeceklerdir. Netekim İnönü Üniversitesi Rektörü bunu gizleme gereği duymadan tasrih etmiş ve telaffuzundan çekinmemiştir. Halkın yüzde 95’i sistemden ayrı da düşünse müesses nizamdan vazgeçilemeyeceğini söylemiştir. Bu, jakoben cumhuriyet anlayışıdır. Halkın desteğine lüzum görmediği için dayatmadır. Halk bu sistemde sadece makyaj malzemesidir. Dolayısıyla mesele, AKP’nin yaptığı yanlışlar da değildir. Halkın değerleriyle sistemin özüne inmesine ve ulaşmasına izin yoktur. Kapılar kapalıdır. Seçilmişlerin hatası da sistemin bahanesi olmaktadır. Bu elbetteki seçilmişlerin hatası olmadığı anlamına gelmez. Kısaca, hükümet elitlerden kırmızı kart görürken CHP zihniyeti de halktan kırmızı kart görüyor. Bu noktada kilitlendik kaldık.
***
Bu sistemin adı var mı bilmiyorum ama Bediüzzaman yıllar önce ilginç bir tanımlamada bulunmuş, galiba biz dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz: “istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını verir, irtidad-ı mutlakı rejim altına alırsanız, sefahat-i mutlaka medeniyet ismi verirseniz, cebr-i keyfi-i küfriye kanun ismini takarsanız (B. Said Nursi, Şuâlar, s. 242)...”
Kanunlar sadece elitler için geçerli olursa orada demokrasi olmayacağı gibi sistem de olamaz. Çifte standart ancak patinaj ve çıkmaz ve kilitlenme üretir. Türkiye fotoğrafında olduğu gibi.
04.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|