Yaşamak, niçin yaşadığını bilmek, hayatın nasıl yaşanması gerektiğini akıldan çıkarmamak birbirinden ayrı düşünülmemesi gereken zincirleme gerçeklerdir. Bize verilen hayatı doğru yaşamanın ehemmiyetini anlamanın, hem dünya hayatımız için hem de ebedî hayatımız için çok önemli olduğunu bilmek de bu zincirin bir halkasıdır.
Yaşamak, insan gibi yaşamak ile gerçek değerini kazanır. Yaşamak, yaşamayı verenin gösterdiği yoldan gitmekle hedefine varabilir. Yaşamak imanla hayatlandığı zaman ölümlü hâletlere maruz kalmaktan kurtulur. Doğru yaşanabilir mânâların hükmünü icra etmediği yaşamakların ölümden, yokluktan farkı yoktur aslında.
Hastalıklı bir yaşamanın, sıhhatla yaşamaya uygun yaratılmış ve öncelikle manevî marazlardan temizlenme üzerine programlanmış bir vücutta meydana getireceği tahribatı düşünmek bile elem verici insan için...
Maddî hastalıklarla uğraşa uğraşa, gerçek hastalık olan manevî yıpranmaların hayatımızda meydana getirdiği tahribatları göremez hale geldik sanki... Manevî hastalıkların hislerimizi etkisiz hale getirmesi, bizim için doğrular ile yanlışlar arasında bir ayırım yapmayı zorlaştırmıştır adeta...
Hissetmediğimiz hastalıklarımız vardır. Derman zannettiklerimizin zehir olduğunun, huzur yolu sandığımız yolların bizleri karanlık âlemlere götürdüğünün çok sonradan farkına varabiliyoruz. “Sosyal Hadiseler” dediğimiz karmaşa, zihinlerimizi gerçeklere karşı kapalı hale getirmektedir. Bu sebeple hep uykudayız aslında. Duygularımız adeta gerçeklere kapalı bir hale gelmiştir.
Zaman zaman silkinip kendimize geldiğimizde, yeni uykudan uyanmış biri gibi gözlerimizi ovduğumuzda hayal meyal karşımızda güzelliklerin durduğunu fark edebiliyoruz. O zaman o ânı yakalamaya ve hiç kaybetmemeye çalışıyoruz. Ama zaman seli içinde gelen, karşı konulması zor dalgalar bizi orada fazla durdurmuyor ne yazık ki... Arkasından yine gaflet uykusunun derinliklerine dalıyoruz.
Ve bizim en büyük problemimiz, bizim olduğumuz gereken yerde olmamamızdır vâ esefâ... Kâinatın Hâlıkına imanımız var bizi kurtaracak, gerçekler kaynağı Kur’ânımız var kalbimizi aydınlatacak, aydınlık yolu gösteren Peygamberimiz (asm) var bize rehberlik yapacak, bize ebedî saadetin yolunu gösterecek...
Ama ne yazık ki bizler başka dünyalardayız. Benliğimizi olması gereken yere taşımak için uykunun kalın perdesinden kendimizi kurtarmamız lâzım. Ancak o zaman insan gibi yaşatacak hakikatlerden istifade edebilme imkânına kavuşabiliriz.
Var olan her şeyi Yaratıcının kudreti dahilinde düşünmenin insana anlatılması zor lezzetler kazandırdığını kim inkâr edebilir? Onu düşünürken zihnimizdeki bütün kazurâtın temizlendiğini çok iyi hissedebiliyoruz. Onu düşünürken fanilerin önemsiz bir hale geldiğini, asıl olanların dünyamızı aydınlattığını hangimiz görmüyoruz?
İtiraf edelim ki, hava gibi ihtiyaç duyduğumuz değerlerimizden yeterince istifade edemiyoruz. Allah’tan başka ilâh olmadığını düşünmenin ve bu mânâyı kalbimizden çıkarmayıp dilimize vird edinmenin bizim için havayı teneffüs etmekten dahi hayatî bir mesele olduğunu biliyoruz aslında.
Gerçekleri bilmek, onları aklen kabul etmek ne kadar önemliyse, kalbimizi bu gerçeklere mekân kılmak, onları hayatımızın hayatı haline getirmek bir o kadar daha çok ehemmiyetlidir. Yaşamak bilmeyi anlamlı kılar. Bilinenin yaşanmamasında hayat yoktur. Bilinenin yaşanmaması, insanı “yaşayan ölü” konumundan kurtaramaz.
Hâsılı, en büyük problemlerimizin temelinde, uzağımızda olmayan, yanıbaşımızda olan mânâ denizinde yeterince yıkanıp temizlenmemek vardır. Rabbimiz merhametiyle, önümüzü aydınlatacak, bizi huzur iklimlerine kavuşturacak nice imkânlar sunmuştur bizlere.
Kurtarmamız mümkün olmayan dünyayı kurtarmak için sarfettiğimiz zamanın azı kadar kendimizi kurtarmak için harcasaydık, dünyanın gözlerimiz önünde nasıl şekil değiştirdiğini, çirkinliklerin kaybolup güzelliklerin nasıl arz-ı endam ettiğini görecektik şüphesiz.
01.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|