Mecliste müzakereler erken saatlerde başladı.
Demokrasinin ilâcı, seçimleri görüşüyordu parlamento.
Bir gece önce Anayasa Komisyonunda sert tartışmalar yaşanmış, CHP’nin “Eylül’de olsun” ısrarına rağmen 22 Temmuz’da seçimlere gidilmesine dair kanun çıkmıştı.
Komisyondaki tartışmalar Genel Kurula da yansıdı.
Önce CHP’li Haluk Koç çıktı, alaycı, sert, bilgiç tavırlı bir konuşma yaptı. Ardından AKP’li Salih Kapusuz çıktı kürsüye, CHP’yi seçimlerden kaçmakla suçladı, Meclise niye gelmiyorsunuz?” diye sordu.
Başbakan Erdoğan da Meclis’e gelişi sırasında, Eylül önerisini “CHP’nin samimiyetsizliği” olarak nitelendirdi.
Siyaset bu. Herkesin söyleyebileceği sözünün bulunduğu bir alan.
“Cumhurbaşkanını halk seçsin” diyen ve bunun için 5+5’i öneren Erkan Mumcu teklif önüne gelince, yalpalamaya başlamadı mı?
Artık Meclis katarı yola çıktı.
Ancak içinde bulunduğumuz günler partiler açısından en kritik sınav dönemleri.
2002 seçimlerine giderken gördük. Koalisyon denklemleri yapılan partiler, seçim sürecinde zikzak yaptıkları için Meclise bile giremedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimiyle başlayan, Meclise girip girmeme ile devam eden “Genelkurmay bildirisi” ile zirveye çıkan bir sınavdan geçiyor partilerimiz. Demokrasi büyük bir elek gibi eliyor. Eleğin altına dökülenlerle eleğin üstünde kalanları ise sandık açılınca görüceğiz.
Bunlarla birlikte bir rahatsızlığımı da kayda geçirmek istiyorum.
Biri Meclis’le ilgili.
27 Nisan’da Genelkurmay tarafından yayınlanan bildiri sadece hükümeti mi hedef alıyor?
Orada doğrudan parlamentonun yetkisine, millî iradenin yegâne temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisine yönelik ithamlar yok mu? Orada zımnî olarak Meclise, “Sen cumhurbaşkanı seçemezsin” denilmiyor mu?
Peki niye Meclis bir cevap vermedi. Bu açıklamadan sonra Meclis ilk olarak Çarşamba günü çalışmalara başladı. Çarşamba günü Meclis açılırken karşı bir açıklama yapılamaz mıydı? Bu bildirinin tek muhatabı hükümet ve Mecliste Adıyaman milletvekili Hüsrev Kutlu muydu?
Avrupa Birliğinden, Avrupa Parlamentosundan sayısız açıklama yapıldı. ABD’den dahi ilkeli ilkesiz 3 açıklama geldi. Bizim parlamentomuzdan “tık” yok.
Hele hele Meclis Başkanının tavrına ne demeli?
Daha ileri bir şey söylemek istemiyorum, ama millî iradeyi temsil eden bir kurumun başkanı, o iradeye saldırı olduğu anda da onu göğüslemeyi bilmeli.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in Topal Osman ve hempası tarafından Çankaya Köşkünde boğularak öldürülmesi üzerine Mecliste tertip edilen özel oturumda kürsüye çıkan Hüseyin Avni Ulaş Bey’in gözyaşları içinde “Ey Kâbe-i millet! Sana da mı taarruz? Ey ara-yı millet! Sana da mı taarruz? Ey milletin mukaddesatı! Sana da mı taarruz” diye haykırdığı gibi haykırılamıyorsa dahi, bütün dünyaya bir kararlılık mesajı verilseydi.
Demokrasinin değeri ve misyonunun hatırı birilerinden daha ağırdır. Bunu dile getirenlere de nakise değil, saygınlık kazandırır.
Demokrasinin şeref levhaları işte böyle oluşacak.
04.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|