YSK’nın son kararından sonra seçim yapılacağı iyice kesinleşen 22 Temmuz’a kadar geçecek süreçte takvim hızlanarak ilerleyecek.
İç içe geçmiş tuzaklarla örülü kritik bir sürecin içine girmiş bulunuyoruz. Değişmez prensiplere dayalı sağlam bir duruşumuz olmazsa, günübirlik değişen rüzgârların etkisiyle tuzağa düşme ve dolduruşa gelme ihtimali ciddî şekilde vârit.
Nitekim 367 meselesinin, bu anlamda iktidar partisi başta olmak üzere Meclisteki partiler için nasıl bir tuzak olarak kullanıldığı, sonrasında yaşanan gelişmelerle ayan beyan ortaya çıktı.
Bu tuzağın en çok vurduğu parti AKP. Tam yolun sonuna geldiğini düşündüğü bir noktada 367’ye takıldı, bir daha da dikiş tutturamadı. Uğradığı çok yönlü hasarı telâfi edebilmesi ise zor görünüyor. Kendisiyle birlikte, 353 milletvekiline sahip olduğu Meclisin de kuşatılıp bloke edilmesi karşısında çaresiz. Ve şimdi de hakkında kapatma dâvâsı açılacağı dedikoduları var.
367 tuzağı DYP ve ANAP’a da zarar verdi. İlk turda 367’nin teminine katkı verseler, AKP’nin kuyruğuna takılmakla suçlanacaklardı. Öyle yapmadılar, şimdi CHP’nin kuyruğuna takılmakla eleştiriliyorlar. Ve sancı artarak sürüyor.
Aslında bu çok kritik ve riskli bir siyasî manevraydı. Ve işin içinde Gül’ün pozitif imajı ve başörtüsü meselesi olmasaydı, tepkiler bu boyutlara ulaşmazdı. Bu yönüyle olayın, hüsranla sonuçlanan Merve Kavakçı hadisesinin farklı bir versiyonu ve ortaya çıkan sonucun asıl sorumlusunun da, o zaman Kavakçı’ya “Seçildin, ama çekil” tavsiyesinde bulunan bugünkü AKP yönetimi olduğu daha iyi görülür.
Öte yandan, AKP’lilerin, henüz millî görüş gömleğiyle dolaştıkları 1993’te seçimde Demirel’in cumhurbaşkanlığına, 2000’de de 5+5 formülüne destek vermemiş oldukları unutulmamalı. Ancak Demirel ve partisi o zaman bu kararı saygıyla karşılamış, şimdi AKP’lilerin günlerdir DYP’ye yaptıkları gibi amansız ve insafsız bir karalama ve tahrip kampanyasının gerekçesi olarak kullanmamıştı.
Netice itibarıyla, bu çeşit kararlar partilerin kendi tercihleridir. Hiçbir partinin, bir başkasının adayına destek vermek gibi bir mecburiyeti yoktur. Bir partinin verdiği kararın, rakiplerince eleştirilmesi de normaldir. Ama ölçüsüz bir tahrip kampanyasına dönüştürülmemesi şartıyla...
Geçmişi revize etmek mümkün değil, ama şimdi geriye dönüp de şu soruya cevap arasak:
Eğer 1993’teki cumhurbaşkanı seçiminde RP de Demirel’e destek verse ve onu partisi DYP dışında sadece SHP’den oy alma konumunda bırakmasaydı, bunun ne gibi sonuçları olurdu?
Çankaya’da birçok dengeyi gözetmek zorunda olan bir cumhurbaşkanı olarak Demirel, RP’nin seslendirdiği duyarlılıkları da bu dengeler içinde dikkate alma gereğini hissetmez miydi?
Nitekim yedi yıl sonra aynı RP’nin gelenekçi kanadı, 28 Şubat’ın olanca kasvetiyle ülkenin üzerine çöktüğü günlerde, 5+5 formülüyle Demirel’in görev süresinin uzatılması yönünde tavır koydu, ama partinin sonradan AKP’ye vücut veren “yenilikçi” kanadı buna karşı çıkarak Sezer’in yolunu açtı. AKP’de bugün bile “Sezer’i Demirel’e tercih ederim” diyenler ağırlıkta.
Onun için de kader, Sezer’in sona eren süresini onların eliyle belirsiz bir tarihe kadar uzattı.
09.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|