İhtilâl, muhtıra, darbe zincirinin kırıldığını düşünürken; maalesef eski ‘hastalıklar’ yeniden nüksetti. “Dereler, eski yatağını yoklar” şeklindeki ‘halk sözü’, yayınlanan “e-muhtıra” ile bir defa daha tescillenmiş oldu.
Siyasete yapılan bu ve benzeri müdahalelerde ‘müdahale eden’ler kadar, ‘müdahaleye seyirci kalanlar’ da sorumludur. Gerek “gerçek ihtilâl,” gerek “e-muhtıra”lara gerekli hukukî ve demokratik tepki gösterilebilmiş olsa “ihtilâl zinciri” oluşabilir miydi?
İhtilâlciler, ‘sivil’lerden destek ve cesaret almadan bir harekete girişir mi? Çok partili hayata geçtikten sonra yaşanan kanlı 27 Mayıs ihtilâline sadece ‘muhalefet partisi’ değil, bazı işadamları da destek olmuştur. Tabiî ki, ‘medya’nın desteğini unutuyor değiliz. “Hoş geldi, safa geldi” anlamındaki manşetlerle ihtilâlcilere ‘bağlılıklarını’ ilân edenlerin, daha sonra “sansür”den şikâyet etmesi, “hür basın” ve “demokrasi” istemesi kimseyi kandırmasın...
27 Mayıs’ı yaşamadıysak da, 12 Eylül ve 28 Şubat sürecinin şahidiyiz. İş dünyasının ve medyanın bu tarihlerde de kötü bir imtihan verdiği biliniyor. Nisan 2007’deki “e-muhtıra” sonrası ise medya geçmiş yıllara nisbetle biraz daha hakperest davrandı. Elbette yine “iyi oldu” diyenlere rastlandı, ancak “yakışmadı” diyenlerin sesi daha gür çıktı.
Geçmiş yıllardaki müdahalelerde en azından suskun kalan iş dünyasının da bu defa nisbeten “demokrasiden yana” tavır aldığı söylenebilir. Gerçi bu tavırda; net olmasa bile ABD’nin ve müdahaleye net bir şekilde karşı çıkan AB’nin tavrı da etkili olmuş olabilir. Ancak süreç işledikçe, iş adamlarında da ‘çözülme’nin işaretleri göze çarpıyor.
Türk sanayiinin ‘duayen’lerinden kabul edilen bir isim, yaptığı açıklama ile bizce ‘kötü örnek’ olmuş. “Gerçek ihtilâller”i değerlendirirken; “Ordu icap etmiştir bu yetkisini (meşhur; koruma ve kollama görevi/F.Ç.) kullanmıştır” diyen ‘duayen’ “Benim görüşüme itibar edilmeyebilir ama yaşıma itibar edilebilir” şeklinde konuşmuş. (Hürriyet, 7 Mayıs 2007)
‘Yaş’a ve ‘tecrübe’ye elbette itibar edilmeli ve edilir. Ancak bu tecrübe; Türkiye’nin daha hür, daha demokrat, daha hürriyetçi olması yönünde sarfedilmesi gerekmez mi? Bilhassa ‘kanlı ihtilâller’in (tabiî ki ‘kansız ihtilâller’i ayırmıyoruz) Türkiye’ye hiç bir fayda vermediğini, aksine her konuda zarar verdiğini ihtilâlciler bile itiraf etmedi mi? İhtilâlcilerin gördüğünü iş adamlarımız ve medyamız göremiyor mu? Yoksa gördüğü halde, görmezden mi geliyor?
İş dünyasının da uzun dönem kârı, Türkiye’nin demokrasiyle yönetilmesindedir. Tarihî hadiselerin doğruladığı “Önce hürriyet” ısrarından vazgeçmeyelim...
09.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|