Notrdamus’un kehanetleri arasında yer alıyor mu, bilmiyorum ama Ankara’da çok tuhaf şeyler oluyor. Parlamentonun erken seçim kararı almasına ve YSK’nın seçim takvimini ilân edip, süreci başlatmasına rağmen seçimlerin 22 Temmuz’da yapılacağı dahi kesin değil.
CHP’nin Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuru gizli kapaklı.
Anayasa Mahkemesinin ne yönde bir karar alacağı çok daha önemlisi Sabih Kanadoğlu’nun ne düşündüğü bilinmiyor. Bütün bunlara bakıp, seçim tarihi dahi tehlikede diyebilir miyiz? Son sözü Sabih Kanadoğlu söyler, ama eğer kızmazsa, biz yine de tehlikede diyebiliriz Yok eğer kızması söz konusu ise onu da demeyelim. Ülke CHP’nin yapacağı başvuru, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar ve Sabih Kanadoğlu’nun neyi, nasıl düşündüğüne endekslendi gidiyor. Kopenhag Kriterleri, AB’ye tam üyelik, NATO hatta Cento dahi önemli değil. Varsa yoksa Sabih Kanadoğlu kriterleri.
2 Mayıs’ta Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerini iptal etmesiyle birlikte, Türkiye kaygan bir zemine girdi. Erken seçim kararı alınması tünelin ucunda ışığın görülmesi şeklinde algılandı. Ancak kriz mühendisleri ellerine geçirdikleri fırsatı ülkeyi bir bunalıma sürüklemek için alabildiğince kullanıyorlar. 27 Mayıs İhtilâlinin ürünü olan Anayasa Mahkemesi ise rejimin önündeki tıkanıklığı aşmak yerine, krizi derinleştiriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi iptal edildiği için TBMM’nin erken seçim kararı alamayacağı şeklindeki başvurusuna Anayasa Mahkemesi’nin ne tür bir yorum getireceği bilinmiyor. Biz Gırgır dergisindeki ‘Porof Zihni Sinir Proceleri’nin papucunu dahi dama atacak çapta kriz formülleri üretirken, Fransa Devlet Başkanlığı seçimini yaptı, ülke bir gün olsun “ne olacak? Krize mi yuvarlanıyoruz” şeklinde bir kaygı taşımadı.
ABD önümüzdeki yıl Bush’un yerine yeni ABD başkanını belirleyecek. Son 200 yıldır olduğu gibi ABD seçmeni Kasım ayının ikinci Pazar günü sandığın başına gideceğini biliyor. Evinin numarasından emin olduğu kadar bundan emin. Ama biz 1 hafta önce aldığımız seçim kararından emin olamıyoruz.
24 Nisan Salı günü cumhurbaşkanlığı adaylığı ilân edilen bir Abdullah Gül vardı. İktidar partisinin tek adayı olması sebebiyle neredeyse tebrikleri kabul ediyordu. Anayasa’daki kurallar işlese 5 Mayıs’ta 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş olacaktı. Şu sıralar da 16 Mayıs’ta Çankaya Köşkü’ndeki devir teslim töreni için frak diktirmekle meşgul olacaktı. Ama o 6 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmek zorunda kaldı. İşte onun için Gül’e, “Kendinizi cumhurbaşkanlığıı hakkı gasp edilmiş olarak görüyor musunuz?”diye soruldu.
“Bunlar demokrasimizin büyüme sancıları” dedi Gül. “Önemli olan milletin sinesinde yer tutmaktır” diye konuştu. Bunlar güzel sözlerdi de, 27 Mayıs sonrası Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığının engellenmesi gibi bir durumla karşı karşıyaydık. Hem de 46 sene sonra.
Hem de biz tam da o tür olayların tarih kitaplarında kaldığına kendimizi inandırmaya başladığımız bir anda.
352 milletvekili ile cumhurbaşkanı seçtiremeyen bir iktidar var. Eğer bir de aldıkları erken seçim kararı iptal edilirse, bu süreci iyi yönetemediklerinin üstüne tüy dikilmiş olur.
Demokrat Parti de Adalet Partisi de hem ihtilâle hem muhtıraya maruz kaldılar. Bayar da devrildi, Menderes’te asıldı, Demirel’de defalarca iktidardan süngü zoruyla uzaklaştırıldı.
Ancak millet askere boyun eğmeyene iade-i itibar etti, ilk fırsatta yüzde 50’nin üzerinde oy oranlarıyla iktidara getirdi. AKP 27 Nisan bildirisine karşı boyun eğmeyerek takdir topladı. Bu milletin teveccüh etmesine vesile oldu. Ancak burada çıtayı çok yükseklere koymanın anlamı yok. Şartlar bu kez farklı. Ama şu kesin, bu süreçte CHP+Asker+Anayasa Mahkemesi işbirliği sürdüğü müddetçe, millet öyle bir şamar vurur ki, sesi ta Çin’den duyulur. Hem bu şamar taklit Çin malları gibi dayanıksız olmaz.
Baba demiş; ‘hırsızı tuttum.’ Oğlum o zaman hırsızı ‘getir.’ Baba gelmiyor ki! O halde bırak sen gel. Baba beni de bırakmıyor. Eh, o zaman bırak gitsin. Baba gitmiyor. Cumhurbaşkanı seçelim, seçtirmem. O zaman millet seçsin, ona mani olurum. O zaman bırak seçime gidelim. Onu da engellerim. O zaman bu rejimin adını değiştirelim gitsin.
Her şey Sabih Kanadoğlu’nun iki dudağının arasında olduğuna göre, oldu olacak Edirne’den girişte bir de Sabih’in ülkesine hoş geldiniz diye yazıp, işin adını koyalım...
08.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|