“Bin savcı kadar huzur ve asayişe hizmet ediyorum”
Savcı Abdullah Battal'dan
Nurlu hatıralar - 2
Dünden devam
Hz. Üstad çok mütevazî bir dekor içinde eski, madenî bir karyolada uzanmış idi.
Merhum Zübeyir Ağabey ve Sungur Ağabey, Üstad’ın karşısında kemal-i hürmet ve tazim ile el pençe divan duruyorlardı.
Rıdvan ile birlikte karyolaya bitişik şekilde yaklaştırılmış sandalyelere oturduk. Mübarek elini öptük.
Pek zayıflamış ve ruhaniyet-i tâmme kesb etmiş, adeta şeffaflaşmış idi. Ancak gözlerinde o kadar keskin bir cevvaliyet, canlılık, derinlik vardı ki, son derece etkilendik. O mübarek gözler ile uhrevî âlemden projektörler gibi ışık aksettiriyor idi. Nazarları, ruhumuza işliyordu.
Bizden nereli olduğumuzu ve vazifemizi sordu. Sesi çok kısık idi. Konuşmaya başladıktan sonra “Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ile sesim açıldı” buyurdu.
Bendeniz, savcı olduğumu arz ettikten sonra; Üstad:
“Ben de Risâle-i Nurlarla müdde-i umumi (savcı) gibi hizmet ediyorum. Bu eserlerin okunması sayesinde imanını kurtaranlar, toplumda emniyet ve huzurun, asayişin fahrî bekçileri olurlar. Bu sayede herkes canından, malından, ırzından emin ve mahfuz olur.
“Risâle-i Nurlar, savcıların vazifelerini en tesirli kılıcı, istikrarlı bir şekilde, kâmil mânâda ifa eder.
“Siz savcılar, emniyet müdürleri ve polislerle bu memleketin huzur ve asayişine hizmet ediyorsunuz. Ben bin savcı, bin emniyet müdürü kadar huzur ve asayişe hizmet ediyorum.
“Savcılar Hukukullah için çalışırlar. Onlar, açtıkları dâvâlarla Nurların cemiyette tanınıp, tetkikine vesile oldular. Bu sebeple ehl-i iman olan hepsine haklarımı helâl ediyorum” buyurdu.
Ben kendisine “Av. Bekir Berk ile birlikte avukatlık yapmak üzere savcılıktan ayrılmam teklif ediliyor. Ne buyurursunuz efendim?” diye sormam üzerine, “Hayır hayır, savcılıktan ayrılma, görevinde kal” buyurdu.
27 Mayıs 1960 kanlı ihtilâlinden sonra sırf Risâle-i Nurlar hakkında takipsizlik kararı vermiş olmam bahanesiyle—görevimden ayrılmaya zorlamak için—hakkımda adlî ve idarî soruşturma açıldı.
Ağır ceza mahkemesinde yargılandım. Merhum Av. Bekir Berk, beni fahrî olarak savundu. Defalarca Çorum’a geldi. Babamın ısrarla vermek istediği yol parası olarak 200 TL’yi de kabul etmedi. Lütf-u İlâhî neticesi beraat ettim.
Ayrıca Adalet Bakanlığı beni kara kışta Hakkari savcılığına tayin etti, mahkumiyet mahallerinde dolaştırdı.
Buna rağmen Hz. Üstad’ın talebi gereği görevimden ayrılmadım. Yaş haddinden dolayı bakanlık re’sen emekliye sevk etti.
Rahmetli Rıdvan, İskenderun’da bir kamu hizmetinde iken Risâle-i Nur Talebesi olmasından dolayı nezarete alındığını ve oradan bir şekilde kurtulup geldiğini, dönüp dönmemekte kararsız olduğunu Hz. Üstad’a arz etmesi üzerine Hz. Üstad:
“Git vazifenin başına dön; sana dokunamazlar” buyurdu.
Gerçekten Rıdvan görevine dönmek için İskenderun’a gitti. Hiçbir zarar, eza, ceza görmedi. Kutlu kerâmet tecellî etti.
Üstadla görüşmek isteyenler, sıra bekleyenler çok olduğundan, istemeyerek kudsî huzurundan ayrılırken, Hz. Üstad bana hitaben, “Seni kardeşliğime kabul etmiş ve duâlarıma dahil etmişim” buyurdu.
Minnet ve şükranlarımızı sunarak odadan dışarı çıktık. Ancak cazibesi sebebiyle o kapıdan bir türlü ayrılamıyorduk.
Yarım saatten fazla bir süre geçtikten sonra Üstadın, muhterem Said Özdemir Ağabey ve Tosyalı Hulusi Ok’un kollarına dayanmış olarak çıktığını gördük.
Üstadla kapı eşiğinde göz göze gelince—çok sayıda zevâtla bu arada görüşmesine rağmen—ben acizi unutmamış. Bana “Sikke-i Tasdik-i Gaybî eserleri, polislerce zabt edilip Ankara Savcılığına teslim edilmiş. O eserlerin iadesi, kurtulması için o savcılığa dilekçe yazıp ver” buyurdu. “Baş üstüne Üstadım” dedim. Bir yazı makinesi ile uzun, gerekçeli bir dilekçe yazıp Ankara Savcılığına ibraz ettim. Duruşma sonunda mahkeme, okuyan Nur Talebelerinin beraatına ve o eserlerin iadesine karar verdi.
Büyük Tarihçe-i Hayat’taki resim, bu görüşmeden birkaç dakika sonra Üstad, Beyrut Palas otel merdivenlerinden inerken, Prof. Dr. İbrahim Canan tarafından çekilmiştir.
O resmin arka planındaki siyah fotürlü kişinin, Ankara Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şubesi ajanı olduğu bildirildi.
Bu, o zamandaki yöneticilerin dostlarını düşmanlarından ayırt edebilme idrak ve ferasetinden mahrum olduklarını ve bindikleri sapa sağlam dalları hoyratça kestiklerini göstermesi bakımından da bir ibret levhasıdır.
Mübarek atalarımız ne güzel söylemiş:
“Hak belâ vermez kul azmayınca, Kul belâ görmez Hak yazmayınca.”
Resûl-i Ekrem, Nebiyy-i muhterem, Avrupalı bir fikir adamına mal edilen şu hikmetli sözü, o adamdan 13 asır evvel şöyle buyurmuş:
“Bulunduğunuz hâl üzere idare olunursunuz” (Her millet lâyık olduğu hükümetle idare olunur.)
—Son—
|