Demokrasi, bir anlamda ahenkli beraberlik kültürüdür. Toplumun ortak değerlerini üst küme kabul edip, bireyin ahlâk tabanlı fazileti ile kurumsal mutabakat bulma sorumluluğudur.
Öncelikle siyasal katılım, ortak payda tarifi ve ideolojik olmayan, vatandaşlarının eşit şartlarda anayasal vatandaşlık içinde hissedar kabul eden bir çerçevenin uygulanabilirliği ortaya konulmalıdır.
Bu iradenin tezahürü ve niyet beyanının güvenilirliği, demokratik bir anayasa ile ortaya konabilir. İkinci etapta da, anayasanın demokratik ruhunun korunması, ona dayalı bir yorum ve yaklaşım şeklinin teamüle dönüşmesi ile demokrasinin altyapısı sağlanabilir.
Siyasî partilerin, kendi tüzük ve felsefeleri farklı olsa da—ki bu çoğulcu demokrasinin gereğidir—mutabakat içinde sivilleşmenin birinci adımı olan demokrasiyi ortak kabullenmeleri ve bunun dışında politik refleks ve taktiklere girmemeleri şarttır. Çatışma alanları, farklılıklar, rekabet ve zaman zaman yaşanan gerginliklerin dozajı ve sonuçları demokrasinin hoş görü ve zıtları buluşturan ortak platformu içinde kalmalı. Siyaseti, sivil cumhuriyetle demokratik ülke olma vasfını ve değerini yaralamamalı. Bunun temini ise, kutuplaşmayı önleyecek ortak alanın çapını geniş tutmakla mümkündür. İmparatorluk kültüründen beslenmiş bir toplumun partileştirilmiş ideoloji kalıpları veya toplumun hassasiyetleri üzerinden istismar alanlarından nemalanan kriz siyasetleri ve gerginlik partileri ile demokratikleşmeyi tamamlaması zor görünüyor.
Siyaset sarkacının, laik-anti laik veya etnik tarafgirlik üzerine kurulmuş, beslenmeci siyasetin zafiyetlerini bertaraf edecek demokrat cazibe öne çıkmalıdır.
Çok taraflı, çok kültürlü, hatta çok dinli, çok ırklı ve hayat tarzları ile algı düzeyleri oldukça şaşırtıcı ve değişik olan, kritik bir bölgede bulunan ülkemizdeki sosyal dinamikler ve siyasî yelpazeler, radikal ve tahakküm üzerine kurulu siyasî hareketlerden hep kaybetmiştir. Çoğu, dönem itibariyle tepkilerden yararlanmış ve uzun soluklu olamamışlardır.
1950’ye kadar tek egemen CHP, sonrasında müzmin kışkırtıcı, masa başı planlamacı ve minder dışı güreş heveslisi tutumu ile sürekli toplumla ve toplumun değerleri ile çatışmıştır. Bu partinin laiklikten ve sözüm ona rejim bekçiliğinden geçinmenin dışında bir enteresanlığı olmamıştır. Demokratik bir düşüncesi de, geleneği de mirası da yoktur.
Milliyetçi tabanın kendi potasında kendine dönük sınırları içinde toplumun bütün katmanlarına hitap edecek bir siyasî mesaj ya da geniş kabul perspektifi bulması da, bugüne kadarki siyasî tarihimizde mümkün olmamıştır. Sadece 1999 seçimlerinde, en yüksek oy oranını (yüzde 19) alan MHP, dönemin tepki oylarını almıştır.
İslâmî çizgide ve dinî hassasiyeti olan siyasî yelpazeye baktığımızda, gerginliğin tırmandığı, devlet tecrübesinde yetersiz kalındığı ve karşı uçların tahrik ve tepkilerine su taşındığı süreçler yaşanmıştır. “Öteki” kavramı ile birbirini iten iki kesimin, inanç ve laiklik üzerinden duyarlıkları çatışmaya, dinin belli kesimlerce yanlış ve siyasî algılanmasına sebebiyet veren tutumlar; beraberinde zayıf siyaseti ve iyi niyetli, ancak yetenekleri tartışılır yöneticiler yüzünde ehliyetsiz sonuçlar verdiği de bir vakıadır. Ne acıdır ki, MSP, RP ve FP’nin süregelen sonuçları ve sonrasında SP ve AKP olarak ikizlenen siyasî tablo, CHP’nin varlığını korumuştur. Zinde kuvvetleri onunla bütünleşmiştir.
Karşı duruşun demokratik yeterlilik taşımaması, geçmiş kültürlerinin ve felsefelerinin demokrasiyle örtüşmemesi, bütün olumlu gayretlerine rağmen şüphe bulutunu dağıtamadığı gibi, rahat siyaset etme ve dirayetli sürekliliği de sağlayamamıştır.
Tam bu aşamada, aynı köklerin temsilcileri kendi aralarında birliği tesis etmeli ve siyasetin dağınıklığı bitmeli. Bir başkasının ruhunu çağırır gibi, kolayca bir başka tabana oturup, “ben oyum” demek, siyasî tarihimizde uzun ömürlü olmayan fırsatlardır. Hepsi o kadar.
Ortaklığı geniş tutan, millî sınırları ülke birliği olarak koruyup, demokrasiyi kökleştirici ve yaygınlaştırıcı kabul eden, hürriyet kavgasını birinci sıraya oturtan, ideoloji önceliğini toplumun farklı kesimlerinin düşünce ve inançları olarak saygı duyup taraf olmayan bir siyasetin güçlenmesi lâzımdır.
Menderes’in milletin vicdanında makes bulan ve günümüzde büyük bir masumiyet ve mahzuniyet ile anılmasının sebebi, topluma duyarlılığı ve kararlılığıdır.
Makul alanda buluşmak, makul meydanda oluşmak ve her yolun bağlandığı, her sokağın ulaştığı, her caddenin açıldığı demokrasi meydanında uzlaşma içinde bir siyasî yapılanmanın işaretleri, kendini daha fazla hissettirmeye başladı.
Demokrat Parti geleneği, bu anlamda son yüzyılın bütün kesinti ve aksamalarla istenmeyen sonuçlarına rağmen, hürriyetçi çizginin ana damarıdır. Toplamda siyasi kaliteye bakıldığında ve aşılan badireler incelendiğinde, bu hafıza hemen okunabilir.
Yakın tarih, makul düşünmenin köklü demokrasi ve sağlam köklerle oluşabileceğini göstermektedir. Demokrasi yelkeni, tepki rüzgârı ile şişiyorsa makul olma refleksleri zayıflamış demektir.
08.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|