Bediüzzaman’a göre “Ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır.”1
Günümüzde buna “sosyal olmak” denilmektedir. Peygamberimiz (asm) “Mü’min, kendisi ile ülfet edilen ve başkaları ile ülfet edendir. Ülfet etmeyen ve kendisi ile ülfet olunmayanda hayır yoktur”2 buyurmuşlardır.
İnsan topluma çeşitli faaliyetler yaparak katılır. Faaliyet, yalnız yapılmadığı ve bir etkileşim sağladığı için bundan memnun olanlar kadar memnun olmayanlar da bulunabilir. Bundan dolayı insan çeşitli sıkıntılara maruz kalır. Bu sıkıntılara katlanmak ve halktan, toplumdan gelen sıkıntılara katlanmak da bir nevî ibadettir. Buna nübüvvet dilinde idarecilik denir. Peygamberimiz (asm) “İnsanları idare etmek sadakadır”3 buyurmuşlardır.
İçtimâî hayatta denge kurabilmek için ölçülü olmak gerekir. Yüce Allah kâinatı bir ölçü içinde yaratmış ve birbirine zıt olan varlıkları belli ölçülerle dengelemiştir. Bu husus Kur’ân-ı Kerim’de “Biz her şeyi bir ölçü ile yarattık”4 şeklinde vurgulanmıştır. Ayrıca “Allah göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. Siz de ölçülü olun”5 ve “Belli ölçülerde size verilen nimetleri siz de idareli ve ölçülü kullanın”6 buyurulmaktadır.
İçtimâî hayatta da farklı ve zıt oluşumları ve durumları daima dikkate almak gerekir. Bunun başında insanlara faydalı olmak ve iyiliği emredip kötülüğe engel olmak gelir. Asayişin ve sosyal dengenin korunması için Peygamberimiz (asm) “İman altmış küsur şubedir. Yolda insanlara zarar verecek olan bir taşı kenara koymak da imandandır”7 buyurmuşlardır. Bu hadiste sorumluluk duygusu ve insanlara faydalı olmak imanın gereği olduğu vurgulanmak istenmiştir.
Müslümanlara toplum şuuru vermek için Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdular: “Bir gemide yolculuk yapan, altta ve üstte bulunan yolculardan altta olanlar su almak için gemiyi delmek istedikleri takdirde üstte olan ve işin vahametini görenler bu duruma müdahale etmezler de yaptıklarına engel olmazlar ise, hepsi beraber boğulurlar.”8
İslâm dininin özünü iman esasları, ana unsurlarını da ibadetler teşkil eder. Genel ahlâk, âdâb, görgü ve nezâket kuralları da dinin ve dindarlığın gereğidir. Bundan dolayı “Âdab-ı muâşereti öğrenmek farz-ı ayndır.”9 Bunlar da aile ve komşuluk ilişkileri, sosyal ilişkiler ve kurumsal ilişkilerin tamamını içine alır. Bu da sosyal hayatın tümü demektir.
Sonuç olarak, dinimizin önemli bir yönü, içtimâî hayata bakar. Dolayısıyla dinin sosyal hayata bakan yönünü ihmal ederek dindarlık olmaz.
İşte Bediüzzaman’ın “Ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır” ifadesinin bu hakikatleri en güzel şekilde ifade ettiğini görürüz.
Dipnotlar: 1- Bediüzzaman, Lem’alar, 175; 2- Bilmen, Ömer Nasuhi, 500 Hadis, 287 (452. Hadis); 3- İsmail b. Muhammed b. Abdulhâdî, Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 2:180 (Hadis No: 2275); 4- Kamer, 54:49; 5- Rahman, 55:7–9; 6- Hicr, 15:21; 7- Buhari, İman, 3; Müslim, İman, 58; 8- Buhari, Şirket, 6; 9- İbn-i Abidîn, Reddü’l-Muhtar, 1:29
12.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|