Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

ANNECİĞİM

Sanki anıların içinden bir düş gibi çıkıverdin. Anılarıma rüya olabilmek için beni buldun. Korkulu rüyalarıma tebessümü sundun. Ardı arkası kesilmeyen hasretlere koştun anneciğim. İşte sen varsın. İlk gözlerimi açtığımda seni tebessümünü buldum. Hâlâda bulmaya devam ediyorum. Korkularım senin kucağında bir düş gibi uçup gitti. Selâmete kavuştum. Hani kendinden geçtiğinde bir elin seni tutmasını istersin; o el senin ellerin anneciğim. Şimdi her şeyden daha çok ihtiyacım var o ellerine. Huzurdu benim için. Saçlarımı okşayan umudumdu. Rüzgâra savrulup gitmekte inat eden günlerime yadigârdı. Üşüyen bedenime ısındıran bir tebessümdü. Belki de binlerce sevginin en değerli olanıydı.

Anneciğim başka bölgelerde açan çiçek gibi kimsesizliğin çölündeyim. Bu iklimlerde sensiz nefes almak istemiyorum. Bir çiçek solup gitmeye namzetken; o solanlardan olmak çok acı verecek. Senin bir sözün, tatlı bir bakışın solmaya yüz tutan anlarıma bir damla su vererek; o damla kimsesizliğin çorak toprakların da kalmayacak. O su kupkuru toprakta bile neşvünema verecek. O su, senin sevgin. Ve benim o suya çok ihtiyacım var. Hem de çok.

Anneciğim göçebe diyarların çölünde harcanan bir tutam sevgi var. Mahsulü senin kalbinde ortaya çıkmakta; ama başka mihraplarda avaz avaz bağırmakta. Seni hissetmeyen sevgi adına. Bir çalıkuşu gibi daldan dala konmakta. Ve her konduğu dalda ağır tahribatlar yaşamakta. Bu sevginin kanı, gövdeden çıkıp başka sinelerde ahvalini sunmakta. Tebessüme mukabil bin ah çalmakta. Bunlara rağmen mahpus olmuş efsanelerin, lime lime doğranan sevgilerin yasını kim tutsun?!.

Zırhına bürünen bir damla gözyaşını sen al bağrına anneciğim. Senin sinende belki hayat bulur. Kaybolmuşlara inat varlığını gösterir. Bir çınar ağacının serinliğidir, senin yanında bulunmak ve ellerini saçlarımda hissetmek. Zulmü libas diye üzerine giyenlerin ve kalbine gururu yerleştirenin sahip olamadığı bir sevgidir; senin sevgin anneciğim. Kurutulmuş bir gül gibi değil, potasında eritilen sevgi değil senin sevgin. Bugün var yarın yok olmaya mahkûm bir sevgide olamaz. Yüzünde gamzeler açan bir sevgi. Şefkati süvari gibi kesilen ve her türlü fedakârlığı evlâdı için yapan bir annenin sevgisi.

Anneciğim hayat paramparça günleri sunuyor. Ceylan bakışlarını ardında binlerce ayrılık bırakıyor. Bir tablodaki rengârenk görünümden ibaret değil hayat. Sağa sola savrulan yanları var. Küçücük bir çocukken dayanağımız sendin. Korkular yaşarken kucağına koşardık. Sinen emniyetliydi. Ne olur şimdide yine sen ol. Bu hayatın içinde korkular yaşadığımızda sinende bulalım kendimizi. Nasihatlerin dudağından dökülürken bizde ondan nasiplenelim. Dünya ateşi yakarken bizi; o ateşe sürükleyenin heveslerimiz olduğunu ikaz et. Gençliğin sarhoşluğunda farkına varamayız. Ne olur hep sen uyar bizi. Küçükken uyardığın gibi. “aman kızım dikkat et; karşıdan karşıya geçerken. Yabancılarla konuşma. Sobaya yaklaşma yanarsın” ve daha sıralayabileceğim uyarılar. Büyüdüm ben artık; ama o uyarılarına hâlâ ihtiyacım var. Kolum kanadım ol anneciğim. Yorgun argın düşerken her zaman tut ellerimi anneciğim. Gelgitlerle dolu olan her anımı sahil-i selâmete ulaştıracak nasihatler hep bende olsun. Her daim hatırlamak babında acı da olsa hissettir bana. Ok yaydan çıktımı gelip beni bulma ihtimali çok yüksek. Ve ben korkulardan emin olmak istiyorum. Senin sinende anneciğim.

Fadime KAYA

12.05.2007


Kelimeler gidin

Kelimeler elçilerim olun. Seven, yanan elçiler. Gidemediğim diyarlara gidin. Hasretlerimi dindirecek cananlar getirin. Hülyalarımın kristalleşmiş hallerini getirin. Veya ab-ı hayattan bir bardak.

Mahremlerim sizlersiniz. Dostlarım ve yaranlarım. Neşem sizden saklı değil ve hüznüm. Derunum size aşikâr. Felekten çaldığım zamanlar sizlerle geçirdiklerim.

Şeb-i aruzum sizlerle. Baharım. Vuslatım sayenizde. Kelimeler sizlerle ayaktayım. Derin kuyumsunuz. Sahralarım. Karanlık odam.

Kelimeler dağılın arza. Lokman’ı arayın. İksiri getirin. Beni anlatın o hekime. Gördükleriniz sizi ısrarcı kılacak. Bilmekle hayâyı unutacaksınız. Dostluğunuz size sınırları aştıracak. Bentleri aşın. Uğultulu ormanları aşın. Korkutan yerlerden azminizle gidin. Ve eli boşluğun sairi bir inkisarı hayale sebep olacağını bilin. Sönen ışık bizim dünyamızı da karartır. Başkalarından da ışık alırız. Sadece kendi pınarımızın suyuyla damağımızdaki kuruluk geçmez. Her darbenin aynısı kendimize… Günah (kötülük) kalpte siyah nokta yaratır dememiş mi Fahr-ı kâinat. Başkası için koşmak kendimiz için koşmak. Benim için gidin canlarım. Kendiniz için gidin. İnsanlar için gidin. Karanlık bir nokta, gecelere tohum... Kötü bir damla, ufunetli bir maya. Her gece gündüzün hırsızı... Kendiniz için gidin. Semamız aynı. Yayılın. Çokluğunuz gücünüz olacak. Dostluğun bar-ı gıranları var. Dosluk bir bar-ı gıran. Yoksa ondan kaçmak neden... İnsanlar neşelerinde cimri. Kederlerinde savurgan. Dinlemek eziklik, konuşmak tahakküm… Bu keşmekeşliğin sebebi doğrulardan yüz çevirmek ve zevkin saltanatı. Zevk kedere bir dair. Heva yolu nedamete çıkar. Bilmek bir yatalak… Gerçek sultan kim. Akıl; hışma uğramış bir vezir. Padişahın gözlerinde utancını gördüğü Sokullu... Külfet, nimetin yar-i sadığı. Ziynet bedelsiz olmaz. Bize sahneye sürene şöhretimizi borçlanırız. Borçlu zayıf. Ezik. Birçok şeyi kabule amade…

Kelimeler gidin. Ve dostluğunuzu süsleyerek gelin. Sevgimi artırarak gelin. Gözlerimdeki ışığı parlatarak, kalbimi müsterih ederek ve sevinerek, kalbinize iyilikten bir ışık takarak ve evet beni mihnet altına sokarak gelin.

Size olan sevgime güveniyorum. Karşılaşmamızdaki muhabbetin değerine olan inancınıza güveniyorum. Mihnetsiz yaşama isteğinize, dostluğa dostlukla mukabele azminize ve baharı sevmenize güveniyorum.

Umutla gidin, yolunuz aydınlansın. Sevginiz ışığınız olsun. Merhametiniz yolu kendirleştirsin. Yolla aynılaşın. Zaten bu bir gerçek… Yolumuz kalbimiz. Aynamız. Fikrimiz. Halimiz yolumuz. Bu bir sarmal… Cereyan. Ur. Öldürülemeyen. Yok edilemeyen. Akarken büyüyen ve büyüdükçe hızlanan bir sarmal…

Kelimeler sevgim bana bazı haklar vermiş. Sevgim fiilleşmiş. Ve fiiller neticeli. Fedakârlığım fedakârlık beklememe sebep olmuş. Başarınızla süslenerek gelin. Zaferinizle hafifleyerek gelin.

Sizin hayırınız içimde zelzele olacak. Sırtınızı dönmeniz karşı koyamayacağım şekavete sebep olacak. İçimdeki baharın katili olacak. Sevmediğim şeylere beni zorlayacak.

Zaferinizle baharı sermedi yapın. Işığınızla aldanmış ordulara karşı bir demet olun. Gidin ve mutlu gelin. Tebessümlerinizden cevabınızı anlayayım. Simanız derununuzun muştucusu olsun. Sormadan öğreneyim. Simalarımız konuşsun. Gidin canlarım. Dostlarım. Gidin ve yayılın. Küçümsemeyin. Hazine toprağı belli değil. Altının toprağı aynı toprak… Yıkık duvarların altında define olabilir. Yıkık duvarların tanınmayan ustaları Musa’nın muallimi olabilir. Karan’ın iftiharı Basra’da bir garibandı. Ömer-i Adil’in kelâmı toprağını kaldırıp ondaki ışığı gösterdi. Ama o kaçtı. Işığı nihanlıkta gümrahlaşıyordu. Lekesizleşiyordu. Vuslattaydı. Gelenler ağyardı. Yar için ağyarlığa kaçtı. Vuslatta yar dışında herkes ağyar. Her kelime perde… Kılıç. Her zaman uzun... Sabır yok. Sevda sabrın katili…

Kelimeler gidin ve yarsız gelmeyin. Böylece ümidim olsun. Her gece sabahı hasretle bekleyeyim. Her seher beni heyecanlandırsın. Her şafak gözlerim ve gönlüm ışısın.

Canlarım, dostlarım gidin. Azminizle dostluğunuzu taçlandırın. Simanın tahayyülü size kuvvet versin. Vuslatın muhayyel sarhoşluğu size kendinizi unuttursun. Ümidin gerçekleştiği andaki coşkunluğun fikri terlerinizi berraklaştırsın.

Gidin canlarım ve cevapsız gelmeyin. Sizi görmem müjde olsun.

[email protected]

Resul DAVUTOĞLU

12.05.2007


Son nokta

Son zamanlarda bir “keşke”dir tutturmuşum gidiyorum. Dilim dönüp dönüp “keşke” diyor. “Keşke şöyle olsaydı, keşke böyle olsaydı” vs.. Dalıp gitmişken “keşke”lerin içine, kalbimde parlayan bir ışıkla kendime geldim. “Keşkeler ne getirmiş insanlara ki sana ne getirsin?” Bu uyanışla “keşke” kelimesi üzerine düşünmeye başladım. “Keşke”ler ne getirir insana? Ya da ne götürür insandan?

“Keşke”ler bir duâdır aslında, bunu fark ettim. Çünkü insan “keşke” derken bir şeyin olmasını arzu eder. Ya da olmamasını! Önceden yaşanmış da olsa bir şeylerin değişmesinin arzusundadır. İstemektedir yani. İstemekse duâ değil midir? Öyleyse “keşke” demek yaşanmış bitmiş bir olayı tersine çevirmez doğru, ama, olayın neticelerini pekâla değiştirebilir. “Keşke”lerin bir pişmanlık ifadesi olduğu bilinir ya! Aslında bu pişmanlık değiştirir neticeleri. Pişmanlıkta, yanlış yapılmış bir şeyleri kabullenmek vardır. Kabullenip aynı yanlışa dönmeme arzusu! Yeni pişmanlıkları önlemek için tedbir almaya yöneltir insanı. Pişmanlık da bir duâ değil midir? Öyleyse duâ olmak cihetiyle “keşke”ler çok şeyler getirir insan hayatına.

Bir de henüz yaşanmamış olaylar için kullandığımız “keşke”ler vardır. “Keşke şu şöyle olsa” tarzındaki temennîler. Geleceğe dair bir istek, bir arzu! Bu da duâdır. Öyleyse içten ve can yakıcı bir arzuyla söylenilen “keşke”ler burada da, duâ olmak yönüyle, çok kapıyı açar insana.

“Keşke”yi yanlış kullandığımız yer şurası zannediyorum; biz yaşanmış, olmuş bitmiş olayları değiştirmek için keşke diyoruz. Halbuki geriye dönüşü olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Aldığımız nefesi tekrar alabilmek gibi bir şansımız ve lüksümüz yok. Olmuş bitmiş olayları da, yeni baştan yaşama şansımız yok.

O “Keşke şöyle olsaydı ya da olmasaydı” dediğimiz anlar, kaderin hayatımıza attığı düğümlerdir. Ne gücümüz, ne kuvvetimiz var ki sonsuz kuvvet sahibi bir elin attığı bir düğümü çözebilelim. Aciz ve zayıfız. Öyle zamanlarımız olur ki hayatımızda, cüz’î irademiz alınır elimizden. Küllî irade yön verir hayatımıza. Böyle zamanlar için keşke demek hata değildir de nedir? “Keşke” değildir burada sarılmamız gereken. Burada bize düşen; tevekkül etmek. Boyun eğmek. Sabr-ı cemîl göstermek. Kadere razı olmak. Küllî iradeye inanmak. Ya değilse “keşke”ler can yakıcı olur bu durumda.

Bazen olması gerekir bazı şeylerin. Ruhî sarsılmalar gerekir insana. Depremde nasıl yer altındaki hazineler çıkıyorsa meydana; ruhî sarsıntılarda da insanın içinde saklı kalmış hazineler çıkar ortaya. Biz kısır aklımız, fikrimizle anlayamayız olup biteni! Göremeyiz! Ama Ezelî ve Ebedî Kudret, geçmişimiz geleceğimizle ilgili her şeyi bilir. Bildiği için de her insana ayrı ayrı haller verir. Üzüntü, keder verir. Sevinç, mutluluk verir. Çırpınışlar, azimler verir! Bazen de gafil kalpleri uyandırmak için ânî sarsılışlar verir. Verir ki insan kendine gelsin. Hazineleri çıksın gün yüzüne. Ve toplasın sonra meyvelerini bir bir. Her şeye kudreti yeten bir Rab, her şeyi ince ince programlayıp, nakış nakış dokuyor ve her birine de ayrı ayrı hikmetler takıyorsa, “keşke” demek yine kısır aklımızın kısır düşünüşleri, kısır gözümüzün kısır gördükleridir.

Geçmişte bir şey yaşandı ve bitti. Şöyle, böyle ya da öyle olabilirdi ama olmadı. Nasıl yaşandıysa öyle yaşanması gerekiyordu ve öyle yaşandı. Kader bir düğüm atmalıydı ve düğümü o şekilde attı. Ya da öyle çözdü o düğümü. Nasıl çözülmesi gerekiyorsa öyle çözdü. Şöyle böyle olmadı... Öyle olması gerekiyordu, öyle oldu. Öyleyse “keşke”ye lüzum kalmadı. Her zamanki gibi ilk harfi kader yazmıştı, son noktayı da KADER koydu.

Filiz GENÇ

12.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004