Zulmetten nura çıkan bir genç
Kargı ilçesinde görevli bulunduğum sırada, Risâle-i Nurlara kavuşmak sayesinde küfür-dalâlet bataklığından kurtulan ve imanın güneşlerden daha parlak nuruna kavuşan bir bahtiyar genci tanımıştım.
O zaman adı Doğan idi. Dindar bir aileye mensubdu. Kargı’nın asude, temiz muhitinde yetişmiş terbiyeli edebli bir gençti.
Ancak Ankara Hukuk Fakültesi’nde talebe iken tanıştığı kötü arkadaşları onu ne yazık ki kötü alışkanlıkların içine itmiş, sigaraya içkiye başlamış, kız arkadaşları ile güya gönül eğlendirme gafletine kapılmıştı.
Bir âlimin “Kötü arkadaş şeytandan daha kötüdür, iyi arkadaş ise meleklerden daha iyidir” hikmetli sözündeki gerçek bir kere daha tecellî etmiş idi. Zira şeytanın yapamadığı fiili, kötülüğü, iman nuru ve edebinden mahrum kötü arkadaş rahatlıkla yapabiliyor; nefse cazip gelen peşin zevkleri yalanlarla süsleyip insanları yoldan çıkarıyor. İki cihanını da berbat edip karartabiliyor. Dünyasını cehenneme, ahiretini de zindana çeviriyor. Yıllar önce ölen babasının otoritesinden de mahrum olan Doğan da, bu kötü arkadaş tuzağına düşen bahtsızlardan biriydi.
Vicdanen muzdarip ve huzursuz olduğu bir gün içkili sarhoş bir halde ilçesindeki bir camide imam olarak tanıdığı bir hoca efendiye rastlar.
“Hocam! Ben Kur’ân okumayı bile bilemiyorum. Rahmetli babamın mezarına gidelim onun için Kur’ân okumanı rica ediyorum” der.
Doğan’ın içinde bulunduğu perişanlığı, çöküntüyü hisseden hoca efendi onu reddetmez. Kazanmayı tercih eder; teklifini olgunlukla, hoşgörü ile kabul edip vakit gece olmasına rağmen kabristana giderler.
Doğan’ın ağlayarak babasının mezarına kapandığını görüp çok duygulanır. Hoca, huşu ile Yasin-i Şerif’i okur. Doğan’ı teskin eder. Onun günahlarının ezikliğinden kurtulup huzura kavuşmak için çırpınan ve arayış içinde bir kimse olduğunu, aradığını ancak Risâle-i Nur’da bulabileceğine emin olur.
Kargı’da Nur hizmetlerini aşk ile şevkle üstlenmiş olan Sadık Karagöz’e, gördüklerini anlatır. Ona “Doğan’a sahip çıkın; onu ancak sizin okuduğunuz eserler, battığı çamurdan kurtarır” der.
Rahmetli Sadık Ağabey, derhal Doğan’a şefkatle yaklaşır ve Risâle-i Nur’dan Küçük Sözler eserini hediye eder.
Doğan, gökte ararken yerde bulmuş olduğu, Hızır gibi yetişen bu eseri, bir çırpıda okur. Çölde uzun süre susuz kalıp da ölmek üzere olan bir zavallının buz gibi suyu bulduğunda hissettiği şükran duyguları ve coşkun heyecanla eseri bağrına basar. Yepyeni, huzurlu ve saadetli bir dünyaya yeniden doğmuş gibi olur.
Bu eserden aldığı feyizle aklı, ruhu, duyguları doyuma ulaşır. Batıl, şaşma fikirler, saplantılar ve günah aşılayan meyillerden bu lütf-u İlâhî ile kurtulur.
Bu eserler sayesinde mücrim iken mü’min, facir iken salih bir insan olmanın hazzını tadar.
Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn’in enginlerden daha engin rahmetinden hissedâr olur.
İmanını Kur’ân nurları ile kemâle ulaştıran, kalbini itminanla dolduran Rabbine hamdü senâlar eder.
Eserin müellifi Bediüzzaman’ı yegâne üstad, mürşid-i kâmil olarak kabul eder ve ona minnet ve şükran hisleriyle dolar taşar.
Bu coşkulu hislerle onu ziyaret için Emirdağ’a gider. Derhal yüksek huzura kabul edilir. Kapısının eşiğine kemal-i hürmet ve tazim ile diz çöker.
Üstad:
“Kardeşim sen hoş safa geldin. İsmin nedir?” diye sorar.
“Doğan efendim” deyince:
“Rıdvan mı?” dedin.
“Doğan efendim”
“Ha demek Rıdvan”
“Evet efendim ismim Rıdvandır” diye yeni ismini ruhu canla kabullenir.
Üstad:
“Kardeşim, Risâle-i Nurları bir defa okumak beni on defa ziyaret etmeye bedeldir. Farz namazlarını kılarsan, dünyevî işlerinin hepsi sana ibadet sevabı kazandırır” buyurur.
Rıdvan, Kargı’ya döner dönmez ilk işi, Üstadımızın tensib buyurduğu kutlu ismini nüfus kütüğüne resmen de tescil için mahkemeye dâvâ açmak olur. Artık eski ismi yerine onu herkes Rıdvan olarak tanır ve çağırır.
Samsun’da hayatı noktalanan ve oradaki asrî mezarlıkta yatan Rıdvan, Nur eserlerine ve Üstad’a bütün varlığı ile bağlılığın, vefanın, sadakatin ve Hak yola şevkle dönüşün örneği olur. Günah yüklerinden arınarak gerçek âleme o haliyle yürüyen bahtiyarlar zümresine katılır.
|