Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin çağımızdaki siyaset anlayışına dair sunduğu tesbitlerden birisi de şudur. “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır.” İçerde ve dışarıda bu günkü siyasetin yüzde yüz menfaat üzerine dönmediğini, menfaatsiz bir siyasetin olmadığını kim iddia edebilir?
İçinizdeki siyaset canavarını durdurun, yoksa o sizi durdurur.
Siyaset anlayışındaki safiyet, vatanseverlik-hamiyetperverlik çok küçük bir azınlık tarafından, ihlâs ve garezsizlikle ancak yürütülebilmektedir. Geriye kalan büyük çoğunluk; kavramları, isimleri, resimleri ve mirasları menfaate dayalı siyasette bir basamak olarak kullanmaktadır. Meydanlara toplanan kalabalıklar, kamuoyunu, ma’şerî vicdanı yansıtıyor sayılsa da herkesin kendi içindeki destek gerekçesi farklı ve ayrı olduğu için, hikmet nazarında bütün hesapları onlara göre yapmak insanı yanıltabilir. Hele de yanlış bilgilendirilmiş bir kalabalık söz konusuysa..
Sokrat’ın meşhur savunmasında dile getirdiği bir gerçeğe dikkat çekmek isterim. Halkın çoğunluğunun kendisine karşı olduğu iddiası karşısında şöyle der: “Yalnızca insan kalabalığının bilgelik sağlayacağını düşünmek, bayağı ve boş bir inanç. Yığın halindeki insanların yalnız ve tek başına olan kişilerden daha yabansı, daha acımasız ve daha çılgınca davrandığı evrensel bir gerçektir.”
Her çözümü siyasetten bekleyen ve siyasîlerin omuzuna yükledikten sonra siyasî ahlâksızlığına, ticarî ahlâksızlığına, davranış ahlâksızlığına devam edenlerin günübirlik değerlendirmelerini ne derece ciddiye alabiliriz ki? Değişen dengelere göre oradan oraya, bu partiden şu partiye akıp duran kitleler, uzun soluk ve uzun vade isteyen siyaset yolculuğunda kime ne kadar ve nereye kadar teminat olabilir ki? Bireylerin hangi partinin tabelası altında olursa olsun, kendine ahlâkî formatta çekidüzen vermediği bir ortamda tavan ne yaparsa yapsın nafile, boşa kürek çekmekten başka sonuç alamaz.
Dâvâ için, idealler için, hatta inanç için yapılan parti ve cephe tercihleri artık geride kalmıştır. Dâvâ, ideal diye meydanlara çıkanlar iş başına gelince makam, servet ve şöhretle karşılaşınca eriyorsa ve kendi kimliğini kaybediyorsa, bir sonraki seçimde halka inip yine dâvâdan, vatandan, milleten bahsediyorsa siyasete bir haller olduğunun göstergesidir.
Kendi hatalarını gizleyip başkalarının hatalarına dayanarak siyasî taktik geliştirmek, siyasette ufuksuzluktan ve çapsızlıktan başka bir şey değildir. Bile bile hata yaparak mağdur duruma düşme durumunda sorumluluğu başkalarında aramak ve kendini sorgulama yerine başkalarını muhasebeye çekmek ve bunları oya tahvile yeltenmek, pek de kalıcı sonuçlar vermeyen bir ucuz taktik komedisi olabilmektedir. Oysa ki, böyle durumlarda en asil ve en gerçekçi tutum, başkalarını hiçbir şey yapamayacak hale getirmek değil, kendimizi yükselterek, doğrultarak, düzelterek aklanmaktır.
İktidar olup muktedir olunamayan bir arenada, pervasızca kılıç sallamak akıl kârı değildir. Unutulmamalıdır ki, sonucu kendisine ait olmayan bir savaşa giren kişinin mağlûp olması kaçınılmazdır ve bunun böyle olacağı dünden bellidir. Bedelini hep başkalarına ödetmek niye?
Netice, meselelerin yüzde beşini teşkil eden siyaset—hem de menfaate dayalı siyaset—için yüzde doksan beşlik önemli iş ve hizmetlerde müşevveşiyete düşmek ve fütur getirmek yanlış olur. Bırakın bütün eforunu siyasete harcayan ve bütün ümitlerini oraya bağlayanlar düşünsün.
Kısaca içinizdeki siyaset canavarını durdurun.
12.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|