İman hayatın hayatıdır
İmanlı olmak ile olmamak; olmak ile olmamak gibi bir şey.
‘Düşünüyorum, o halde varım’ değil söylenmesi gereken; ‘İmanlıyım o halde varım.’ dır doğrusu. Varlığın anlamı, imandır.
Allah, kullarıyla, yine onlar için bir şeyleri yaratarak, irtibat halinde. Allah, olayların diliyle konuşuyor kuluyla.
Vermek, vermemek; almak, almamak; uyutmak, uyutmamak; yedirmek, yedirmemek; göstermek, göstermemek; akletmek, akledememek; kanser etmek, etmemek; evlâdı olmak, olmamak… hepsi birer etkili kelâm.
Neşe, sevinç kadar; dertler, musibetler de; O’nu tanımaya vesile.
İnsanlar, imanları için, iman etmeleri için yaratılmış. Onunla aydınlanmış hayat.
İman onun için hayatın anlamı olmuş.
İman, bütün varlıkları kardeş yaptı
İmanla sevdi insanlar âlemi. İmanla çiçek anlam kazandı. İmanla yağmur rahmet oldu. İmanla hayırlar sevaba dönüştü. İmanla adi davranışlar ibadetleşti. İman, nur oldu âleme.
İmanla konuştu insan âlemle; ‘Ey Güneş! Senin Rabbin, benim de Rabbimdir.’ diye. ‘Ey gökyüzünde Kamer! Seni yaratan, beni de yaratandır.’, Ey ağaç dalında şakıyan bülbül! Seni san’atla yaratan, beni de san’atla yaratandır.’ diye, anlam okuması yaptı imanla insan. İmanla, mânâ-yı harfiyle baktı insan âleme.
İman, mahlukatı buluşturdu Tevhitte.
İman, kardeş etti, yaratılmışları.
Çiçekler, böcekler, taş, toprak, canlı cansız her şey Hâlık’ın mahlûku.
Renk renk, ırk ırk, memleket memleket, millet millet yaratılmış insanlar aynı yaratıcının mahlûkları.
Yüz binlerce cinsi olan, türü olan bitkilerin de Hâlık’ı aynı. Mahlûklar, kardeş.
Ey yeryüzü evi!
Ey yeryüzü evi! Gökyüzü damın; Güneş lamban; ay, yıldızlar müzeyyen gece kandillerin; bahar, yaz, kış, sonbahar birbirinden renkli tabloların…
Bütün bu değişimi, gelişimi izleyen ise, sadece insan.
Nazır, seyirciler insanlar…
Bu seyir de, imanla anlamlı.
İmansız bakışlar, şaşkın; âlem, yetimhane.
İman, her şeyi anlamlı kılıyor
Aslında anlamsız hiçbir şey yok. Her şey anlamlı ve okunaklı.
Gözün varlığı anlamlı, görülecekler de. Kulak da anlamlı, en az sesler kadar.
Kalp de öyle, sevilecek şeylerle birlikte.
Midenin varlığı, yenilecek şeyleri gerekli kılıyor.
Canlılardaki bütün duyu organları, rızkları gerekli kılıyor.
Duyu organlarını halk eden, onların rızklarını düşünür ve dağıtır.
Onun için önce, Yaratıcı gereklidir.
O varsa her şey vardır. O dost ise her şey dosttur.
Hazır bir sofra, sahipsiz değildir
Bir saray sahipsiz değildir. Bir köy muhtarsız değildir. Bir iğne ustasız değildir.
Bir kitap kâtipsiz değildir. Bir nakış nakkaşsız olamaz.
Nasıl oluyor ki, mevsim be mevsim hazırlanmış olan bütün bu sofra-i nimetler sahipsiz olsun? Hiç mümkün müdür?
Narı, muzu, elmayı, limonu, karpuzu, üzümü, kiviyi, fıstığı, çileği, kirazı, armudu, portakalı, mandalinayı, kavunu, eriği, cevizi, bademi…; ülke ülke, mevsim mevsim bütün nimetleri yaratan ve dağıtan, Yaratıcıdan başka kim olabilir? Milyarlarca insanın, farklı coğrafyalarda damak zevkini O’ndan başka kim bilebilir?
Kendisinden binlerce kat büyük bir varlığın burnunun ucuna konabilen bir varlığı yaratan Yaratıcı, ona kendisini koruyacak (ani kalkış için) manevra kabiliyeti de vermiştir.
Her şey hikmetle yaratılmış.
İman nimetinden dolayı Rabbimize hamd olsun.
12.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|