Siz aşağıda imzası bulunan kardeşlerime öncelikle en kalbî sevgi ve saygılarımı belirtiyorum. “Demokrat Nurcular” başlıklı internet ortamındaki bildirinizi okuduktan sonra inanın çok şaşırdım. Bu üslûp size ait olamaz, diye çok düşündüm. Ama sizi temin ederim ki, bildiriyi okuduktan sonra size daha önce duyduğum muhabbetten zerre kadar eksilme de olmadı. Üstadımızın Kastamonu Lâhikası’nda yaptığı “Sakın sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları sizleri tefrikaya atmasın…ilâh..” nasihatları gözümün önüne geldi. Bu yazımdaki kastım sadece ve sadece bildirinizde geçen konularda bir fikir teâtisi ve düşünce mütalâasını kamuoyu önünde serdetmekten ibarettir. Tekrar hürmet ve muhabbetler..
Evvelâ bir takım sıfatları kullanmakla mevsuf olunmuyor. Ölçü, kişilerin ünvanları değil, prensipleridir. Ölçü, şahıslar değil metinlerdir. Üstad her meselede kendisini değil, Risâle-i Nur’u merkeze alıyor, referans olarak Risâle-i Nur’u gösteriyor.
Eskiden Demokrat olanların şimdilerde bir yerlere taşınması gittikleri yeri demokrat yapmaz. Yanlış yerde duran doğru adamla, doğru yerde duran yanlış adamların pozisyonu gibi. Demokrat olmak ayrıdır, demokrat görünmek veya o söylemi seslendirmek ayrıdır. İsimler ve ünvanlar o şeyin zâtını/aslını/özünü fazla değiştirmez. Hatta öz ve asıl isim ve libas değiştirir, hatta ve hatta dejenere bile edilebilir. Bu durumda ne ismi öze, ne özü isme kurban etmemek lâzımdır.
Üstadı ve Risâle-i Nur’u anlamak için ve onun görüşlerini günümüze, geleceğe her alanda uygulayabilmek için tarihe ve tarihteki ana damarlara dönüp bakmak gerekir. Yoksa fecr-i kâzibler bir çok Kutb’u yanılttığı gibi bizi de fazlasıyla yanıltır.
Düşünün ki meseleleri özellikle sosyal/siyasal meseleleri çözmek için, günümüzü, geleceği ve tarihi okumak—bizim okuduğumuz ve tahlil ettiğimiz gibi—kolay ve basit olsaydı tarih bu kadar anlam ve değer ifade etmezdi. Allah, peygamberlerini bu kadar uyarmaz, mücedditler gelmez ve Ahirzaman Mehdî’sine bu kadar önemli görevler düşmezdi. Günümüzün siyasetini okumak bu kadar kolay olsaydı Hz. Ali’nin (ra), dönemindeki trajedileri yaşamaması gerekirdi. Mehdî’nin görevinin, hedefinin ve merhalelere ayrılmış programının bu kadar ağır olmaması gerekirdi. Hatta Hz. İsa’nın (as) ahirzamanda nüzulünün ehemmiyetini, önemini ve gereğini izah edemezdik. Nitekim bu temel şahsiyetleri bilmeyen ve bu ana dâvânın misyonunu görmeyip inkâr eden veya hafife alanların bizzat kendileri o misyonu üstlenmek isterken ne kadar maskara olduklarını hepimiz görmekteyiz.
Tarih geçmişte ne kadar zor, acımasız ve karmaşık bir grafik ortaya koymuşsa, günümüze ve geleceğimize de bir o kadar hatta daha girift ve acımasız grafikler çizecektir. Geleceğimizi kadere ihale edenlerin geçmişleri kederle doludur. Geçmişlerini keder olarak niteleyenlerin de gelecekleri ilim, irade, sabır, sebat ve metanet sonucu hizmet, çile ve mücadele ile doludur.
Bize düşen, Üstadımızın işaret ettiği gibi, Hz. Ali’den günümüze kadar gelen o ana damarı yakalayabilmektir. Zevkimize, zaaflarımıza, dünyamıza ve hissiyatımıza hitap eden hareketler korkarım ki ahiretimize de zarar verir.
Zaman kırıp dökmeden, çelişkiye düşmeden, kul hakkına girmeden ve telâfisi imkânsız maceralara girmeden istikamet üzere yürümek zamanıdır.
21.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|