İran özellikle ikinci devrim rüzgârlarını estiren Nejad döneminde Saddam’ın Irak’ına benzedi veya onun yerini almaya başladı. Saddam’ın bıraktığı bölgesel boşluğu sanki o dolduruyor. Muneçehr Muttaki Körfez ülkelerini turlayarak birlikte bir savunma paktı anlaşması imzalamayı teklif ederken diğer taraftan da bu politikayı sabeto eden gelişmeler yaşanıyor. Kısaca, İran bir eliyle yaptığını diğer eliyle yıkıyor. Dolayasıyla Körfez ülkelerine teklif edilen savunma işbirliği veya saldırmazlık anlaşması teklifleri gözboyama ve taktik icabı. Veya rejimin kanatları birbirlerinin ayağına basıyor.
Bu da İran’a yönelik kuşkuları dindirmek bir tarafa daha da depreştiriyor. Esasında Körfez üzerinde ABD ile İran arasında bir yarış ve rekabet var. İkisi de Körfez ülkeleri kanatlarının altına almak istiyor. Onu eşit falan gördüğü yok. Nejad Condi ile yarışıyor. BAE ziyareti bu yarışın meyvalarından birisiydi. Ve Araplar biraz da safça İran’ın BAE’ye ait üç adayı iade etmesini veya bu yönde sinyal göndermesini bekliyorlardı. Aksine İran tam tersi mesajlar gönderiyor. Geçenlerde İran’da Kuveytli bir diplomat neredeyse meydan dayağına çekildi. Yetmedi. Keyhan gazetesinin yöneticisi ve Hamaney’in danışmanlarından Hüseyin Şeriatmedari bırakın BAE’ye ait adaları iade etmeyi Bahreyn’in de kendilerine ait olduğunu söyleyiverdi. ‘Bizi kızdırmayın ve ABD’den uzak durun yoksa topraklarımıza katıveririz’ der gibi konuşmalar yaptı.
Neden Nejad’ı Saddam’a benzettiğimi anlamışsınızdır. Zira Kuveyt işgali öncesinde Saddam aynı politikayı izlemiş ve Kuveyt’in ABD kışkırtmasıyla kendilerine zarar verme politikasını seçtiği ve hasmane tutumlar izlediği ve bu yüzden taciz makamında alacaklarını geri istediği kanaatine ulaşmıştı. Bu tehevvürle birlikte Irak için ölümcül bir kanaat oldu. Tehevvür ve öfkesine yenildi. Kendisine açılan tuzağa düştü. Bahrneyn’e gelince: Burası İran kökenlilerin yaşadığı bir ada değil. Şiiler de olsa Araplar yaşıyor. Peki İran’ın bu iddiasının bir dayanağı var mı? Olsa olsa Şii ortak paydası olabilir. İran çoğunluğun Şii olması itibarıyla veya bundan güç alarak Bahreyn’i Şii toprağı kabul ediyor olmalı ve muhtemelen bu ortak payda üzerinden hak iddia ediyor. Öyleyse İran, Tahran merkezli bir taifistan peşindedir. O halde şiddetle reddettikleri Ürdün Kralı Abdullah II’nin ‘Şii üçgeni’ tezini geniş geniş çerçevesiyle doğrulamış oluyorlar.
***
Hamaney’in Danışmanı Şeriatmedari’nin iddiasıyla Şiistan bir Şii üçgenden ibaret değil. Çok daha geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Maalesef Bahreyn gibi küçük körfez ülkeleri ya ABD’nin ya da bölgesel rakiplerinin şantajlarına maruz durumda. İran da Bayreyn’i yutma hesapları yapıyor. Muttaki Şeriatmedari’nin görüşlerini reddetse bile Şeriatmedari sıradan bir İranlı değil. Rejimin güçlü sesleri arasında bulunuyor. Sadece Keyhan işletmecisi olarak gazeteci kimliğiyle de yazmıyor, konuşmuyor. Bunların ötesinde vasıfları var. Saddam Kuveyt’i isterken İran, körfez’in tamamını düşlüyor. İşte tam da bu noktada Saddam politikalarını izlerken iki seçenek üzerinden Saddam’ın akibetine yaklaşıyor. Bu seçeneklerden birisi İsrail’in nükleer tesislerine saldırması. Daha önce 1981 yılında Irak’ın Osirek tesislerine saldırdığı gibi. Jerusalem Post gazetesinde Larry Derfner ‘Second Strike’ makalesinde İran’ın saldırıya maruz kalması halinde vereceği muhtemel karşılığı ve misillemenin boyutlarına irdeliyor.
***
Bununla birlikte Irak’ta olduğu gibi İsrail’in gösterdiği istikamet ve işaret fişekleriyle bu işi bitirme Amerikan tarafına düşebilir. İşte tam da bu bağlamda The Guardian gazetesinin bir haberi anlam kazanıyor. Beyaz Saray’da İran’a askeri harekât seçeneğinin yeniden ağır basmaya başladığını yazdı. Bu da İsrail eksenli ikinci darbeden ziyade üçünçü saldırı veya savaş seçeneğinin kuvvetlendiğini gösteriyor. Beyaz Saray tombalasında veya borsasında savaş seçeneği neden yükseldi acaba?
The Guardian gazetesinin haberinde bu boyutların ecvabı da var. Buna göre Bush İran meselesini halletmeden koltuğunu terketmeyecek. Zira kendisinden sonrası için emin değil. Demokrat da olsa Cumhuriyetçi de olsa gelecek başkanın ipe un sereceğini ve İran’dan uzak duracağını düşünüyor. Bu durumda neoconların tek şansı Bush’un son devresinde son savaşı çıkarmak. Afganistan ve Irak saldırılarından sonra İran’a da saldırmak. Ancak bu savaş kesinlikle kara harekâtını ihtiva etmeyecek. Amaç İran’ı cezalandırmak ve nükleer ve hayati öneme haiz kurumlarını devreden çıkarmak olacaktır. Bu, Rafsancani’nin deyimiyle yaralı arslan; ABD’nin intikamı olacaktır. Bununla birlikte, Brzezinski ekibinden Savunma Bakanı Gates ile Brent Scowcroft ekibinden Condi İran’la savaş yanlısı değiller. Ama elbetteki tek başına kalsa da şahin Cheney neoconlarla birlikte tutkulu bir biçimde savaş taraftarı. Richard Perle, Michael Leeden gibi neoconların derdi Bush’un görevini bitirmeden İran’ın işini bitirmesi ve defterini dürmesi. Zira sezgileri bunun son şansları olduğunu söylüyor.
Bu açıdan bakalım, sonucu tayinde neoconlar mı yoksa baba Bush’un adamları mı baskın çıkacak? Rafsancani’nin deyimiyle yaralı arslan intikamını alacak çekilecek ama geride bu defa başka bir yaralı arslan bırakacak. O da İran. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını! Aslında Rafsancani’nin tespitine Brzezinski de katılıyor. Bu ABD’nin muhtemel saldırısını üç nedene bağlıyor. Ve bu üç neden de oldukça gerçekçi. Emperyal baskı, hayal kırıklığı ve İsrail ve Irak’ın güvenliği. Irak’ın güvenliği (!) noktasında başlayan görüşmeler de ya bu saldırı sürecini hızlandıracak ya da yavaşlatacaktır. Ama her halukârda Brzezinski’nin deyimiyle: Son durak İran. Eğer imkânsıza yakın pazarlık kotarılamazsa...
20.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|