Tahkiki iman ezberi kaldırmaz, bozar. Tarik-i mustakim üzerine gitmek tahkiki gerektirir. Tahkiki iman da ezberi kaldırmaz. Birçok yanlışımızın kaynağı tembellik ve bunun getirdiği tahkiksizliktir. Gerçek mânâda maddi ve manevi futuhata nail olamayışımızın temelinde de bu yatmaktadır. Davasında tefani olmuş ve nefsinden ve nefsinin payından arınmış, feragat etmiş kâmil ve kümmel insanlar az.
İnsanlar parlayan ve sönen ışıkların peşinde seyir halindeler. Basiret derin imanın bir meyvasıdır. Derin imanı ve dolayısıyla firaseti olmayanlar aldatılmaktan kurtulamazlar. Safderun bir şekilde temenniler peşinde giderler. Şah-ı Geylani’nin dediği gibi temenni ise cehennemin vadilerindendir. Netice itibarıyla, dünya bizi aldatıyor. Ama en vahimi de dinle dünyayı takas etmektir. Din üzerinden dünyalık devşirmektir. Dünyalığın en deni kısmı budur. Çünkü kutsalı kutsal olmayana kurban etmişinizdir.
Bunları düşünürken Ezher dergisinde bir yazı dikkatimi çekti. İbrahim Ethem’le alakalı bir yazı. Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in hakkında piyes yazdığı kendi deyimiye ulu veli. Ama şimdi ehli inkâr demeye seza olan guya günümüzün ehl-i tahkiki düm düz gidiyor. İbrahim Ethem’i, Sidarte ve Budha’nın şapsiyetine benzediği için Budizm kültüründen devşirilmiş bir figür olarak görüyor ve inkâr ediyorlar. Böylece sadece gerçeği değil hayalimizi de karartıyorlar. Aynen Süleyman Ateş’in bir müddet evvel gazetesi Vatan’da yaptığı gibi.
***
Hasan el Basri gibi tabiinin ulularından olan Veysel Karani’nin tarihi şahsiyetini neredeyse hayali bir şahsiyet olarak takdim ve tasvir ediyor. Tarihte müspet ve menfi anlamda gamiz/esrarengiz şahsiyetler çoktur. Abdullah İbni Sebe gibi. Etraflarında bir efsane halesi örüldüğünden dolayı kimileri bunların tarihi bir şahsiyet olduğunu reddetmektedir. Her mübalağa edileni mübalağadan içtinap etmek için reddedecek olsaydık elimizde tarihi şahsiyet kalmazdı. Ona bakarsanız Selman-ı Farisi de benzeri bir şahsiyettir. Bu tarihi şahsiyetler güçlerini de esrarengizliklerinden almakta ve tarihe tad ve renk vermektedirler. Bizde ilahiyatçıların geneli halktan kopuk hale gelmişler ve bunun sonucu davet adamı olacak yerde meslek erbabı olmuşlar ve profesyonelleşmişlerdir. Bunu da ilmilik olarak sunarlar. Ameliliklerinin gittiğini hiç nazara almazlar. Bundan dolayı mevkutelerinde ve yayınlarında kuru bir bilgi yığını veya kırıntısı var, ama tabir caizse hoşafın yağı alınmıştır. Diplerini aydınlatmazlar. Halbuki Ezher dergisi geçmişteki bütün hata ve kusurlarına rağmen mesleki veya ilmi olmasının yanında aynı zamanda davet boyutunu da sergilemektedir. Kendisinden asıl beklenen de bu olmalı. Ezher dergisini halktan birisi dahi okuyup anlayabilecek durumda iken bizdeki dergiler bu havadan uzak ve yoksundur.
***
İbrahim Ethem din ila dünyayı tamir dâvâsında olanların hüsran içinde olduklarını söyler ve bu bağlamda Adiy ibni Zeyd’in bir kıtasını tanık olarak getirir: Dinimizi parçalayarak dünyamızı tamir davasındayız,/ Halbuki geride ne din kalır ne de tamir ettiğimiz....
***
Profesyonelleşmek profesyonel körlüğü de beraberinde getirir ve siz bir müddet sonra gerçeklerden afaktan ve enfüsten koparsınız. İlmiyye sınıfı tehlike altında olduğu gibi siyasetçi sınıfa daha ziyade tehlike altındadır. Bunlar da dünyayı tamir davasında dini parçalıyorlar. “Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı ahirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadislerin ihbar ettiği ahirzamanın dehşetli şahıslarının alem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbü’l-Kur’ân hakkında, ‘O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevi kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir’ tavsiyesine müracaatla, Ankara’da teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen mebusluk, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem Vilayat-ı Şarkiye umumi vaizliği” tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara’dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamayacağını bildirerek, Ankara’dan ayrılır, Van’a gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.” (Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, s. 131-132.)
***
Emin Çölaşan geçmişteki bir yazısında bunlara siyaset canibiyle değil iman canibiyle mukabele ve galebe çalınabileceğini tasdik eden bir yazı yazmıştı. Buna göre onlara siyaseten galebe çalmak nasıl mümkün değilse onların da imana galebe çalmaları aynı şekilde mümkün değildir. Bunu bir zamanlar Emin Çölaşan gayet veciz bir şekilde dile getirmişti. Kendilerinin müzeyyef ve sahte dindarlardan korkmadıklarını ifade etmiştir.
11.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|