Birçok okuyucumuzdan gelen müşterek bir suâlin özet ifadesi şöyledir: "Hemen her vesileyle önemseyerek nazara verdiğiniz şu "Ahrar–Demokrat" hareketin kökü nereye dayanıyor? Bu siyasî cereyanın tarih sahnesine çıkışını ve günümüze kadar gelen seyrini kısaca izah eder misiniz?"
Bu mühim suâle karşı, bir köşe yazısına sığacak ölçüdeki cevabımız şimdilik şudur:
Hayatiyetini bugün de muhafaza eden Ahrar–Demokrat hareketin kökü/kökeni, bundan tâ 150 yıl öncesine kadar gidip dayanıyor.
1850'li yıllarda kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan Genç Osmanlılar hareketi, aslında bir nevi "Ahrar–Demokrat" hareketiydi.
Onların müşterek hedef ve gayesi, hürriyet ve meşrûtiyetin hayata hakim kılınmasıydı.
Bu yeni ve dinamik hareketin başını çeken şâir, edib ve siyasî dâhilerin ekseriyetini "mûtekid/itikadlı Müslümanlar" şeklinde târif eden Bediüzzaman Said Nursî, çağdaşlarından bir adım daha ileri gider ve onları "Ahrarımız" diye tavsif ederek cesaretle sahiplenir. (Münâzarât, s. 125)
1890'lı yıllarda henüz 15–16 yaşlarında iken Mardin'de bu "Meşrutiyetperver Ahrarlar"ı tanıyan ve onların düşüncelerini (bilhassa Namık Kemâl'in Rüyâ makalesini) okuyup mâkul karşılayan Üstad Bediüzzaman, zıt yönde estirilen bütün karalama kampanyalarına rağmen, onlarla kurmuş olduğu fikrî ve siyasî dostluğu bozmayarak, bunu hayatının sonuna kadar idame ettirir.
İşte, asırları aşan bu istikrarlı istikametteki azim sırdır ki, bizi de Ahrar–Demokrat çizginin hakikatli cazibesine bağlamıştır.
Ayrıca, bu müstakim cazibenin kudsî ve Kur'ânî bir dayanağı bulunduğuna olan inancımız da tamdır.
Yani, imanî bahisleri Kur'ân'dan ders ve feyz alarak izah ve ispat eden Üstad Bediüzzaman'ın, yaklaşık iki bin sahifeyi bulan içtimaî ve siyasî teliflerinin de yine aynı kudsî kaynağa dayandığı, bize göre şeksiz ve şüphesizdir.
Nitekim, 1910'da Münâzarât isimli eserinde, hürriyet ile imanın ve şûrâyı emreden âyetle meşrûtiyetin bağlantısını kuran, hatta bu meselede dört hak mezhepten delil getirmeye hazır olduğunu beyan eden Üstad Bediüzzaman, 40 yıl sonra (1950) telif etmiş olduğu Emirdağ Lâhikası'ndaki o meşhûr "Bu vatanda şimdilik dört parti var..." diye başlayan mektubun başlığında da, yine aynı kudsî kaynağı hatırlatıyor ve bu mektuptaki izahların "Kalbe ihtar edilen bir hakikat" olduğunu açıkça beyan ediyor. Dolayısıyla, bu izahları kendi cüz'î iradesi ve ferdî zekâsıyla değil, doğrudan doğruya Kur'ân'ın feyziyle yaptığını nazara veriyor. (Emirdağ Lâhikası, s. 387)
Şimdi, tekrar meselenin tarihî arka planına dönüyoruz.
Hürriyetperver münevverler
Avrupalıların "Jön Türkler" dediği, tebeanın "Genç Osmanlılar" diyerek tanıdığı Yeni Osmanlılar, 1866'da teşkilâtlandılar ve aynı isimle bir cemiyet kurdular.
Cemiyetin başlıca üyeleri şunlardır: Mehmet Bey (1843–1883), Reşat Bey (1844–1902), Nuri Bey (1844–1906), Ayetullah Bey (1845–1878), Namık Kemâl (1840–1888), Ziya Paşa (1825–1880), Ali Suavi (1839–1878), Agâh Efendi (1844–1912) ile Ebuzziya Tevfik Efendidir (1848–1913) ki, bu şahıs aynı zamanda "Kütüphane–i Ebuzziya"nın kurucusu ve "Yeni Osmanlılar Tarihi" isimli eserin de sahibidir.
(Bilâhare, aynı fikir hareketinin içine Prens Sabahaddin Bey (1879–1948), Niyazi Bey (1873–1913) Enver Bey (1881–1922) ve Mizancı Murad Bey (1854–1917) gibi Osmanlı münevveri de katıldı.)
Yeni Osmanlılar Cemiyetinin mensupları, her ne kadar o zamanın "resmî görüş"ü tarafından "âsiler" şeklinde görülmüş ise de, aslında ekseriyetle bilgili, kültürlü, inançlı, cesur ve basiret sahibi münevverlerden müteşekkildi. (Meselâ, yine Üstad Bediüzzaman'ın tâbiriyle, bunlar istikbâlde (1923–50) gelecek daha şiddetli istibdadı hissedecek kadar dâhi ve basiretli şahsiyetler idi.)
İşte, bu basiretli münevverler, Osmanlı Devletinin, bilhassa dayanmış olduğu saltanat (imparatorluk) sisteminin artık ömrünü tamamlamak üzere olduğunu önceden sezdi, gördü, keşfetti...
Bunlar, hamiyetli oldukları için de, henüz bir çöküş, bir inkıraz yaşanmadan evvel, ciddî bir arayışın içine girdiler. Arayıp buldukları çare ise, hürriyet içindeki meşrûtiyet sistemi idi.
Evet, onlar işte böyle bir nizamın tesisine vargücüyle çalıştılar ve bu yüzden de çok ağır bedeller ödediler: Hapis, sansür, sürgün, zindan, vesâire...
* * *
Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) zamanla maksatlarına kısmen de olsa kavuştular. 1876'da hem I. Meşrûtiyetin ilân edilmesine, hem Kànun–u Esasî'nin (Anayasa) yürürlüğe girmesine muvaffak oldular. Bu anayasayı hazırlayanların başında hürriyet kahramanı Namık Kemâl gelir.
Bazı iç ve dış sebepler yüzünden kesintiye uğrayan bu hayırlı hareket, nihayet 1908'de yeniden dirildi. O tarihte hürriyet ve meşrûtiyet yeniden ilân edildi.
İşte, tam bu safhada Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) iki kısma, yani iki fırkaya (partiye) ayrıldılar: İttihatçılar ve Ahrarlar.
İttihatçılar, daha ziyade komitacılıkla iş gördüler ve ele geçirdikleri devletin kuvvetini milleti sindirme yolunda istimal ettiler.
Aharlar ise, siyaseten İttihatçıların zıddıydı ve o zamanların (1908'den sonra) anamuhalefet cephesini teşkil ediyordu. Onlar, devletin kuvvetini milletin hizmetine sunma plan ve projesiyle meşgul iken, her fırsatta komitacıların saldırısına uğradılar ve nihayet Birinci Dünya Savaşından evvel siyaseten büyük ölçüde sindirildiler.
* * *
1946'da Demokrat Partinin siyaset sahnesine çıkışını Ahrarların dirilişi olarak gören Üstad Bediüzzaman (Beyanat ve Tenvirler, s. 202), 1960'tan sonrası için de, bu siyasî hareketin önündeki ciddî tehlikelere mektuplarında dikkat çekme ihtiyacını duydu. (Emirdağ Lâhikası, s. 426 vd.)
Meşrûtiyet zamanında olduğu gibi, cumhuriyet dönemi itibariyle 1960'ta, 1971'de ve 1980'de de sarsıcı darbelere mâruz kalan bu Ahrar–Demokrat hareket, şimdilerde yeniden dirilme ve toparlanma sürecine girmiş bulunuyor.
...................................
NOT: Bir sonraki yazıda, fikir ve kadro hareketi itibariyle günümüz Demokratlarının selefleriyle olan münasebetini mukayeseli bir şekilde anlatmaya çalışalım.
10.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|