Hafta başında ilk bölümü çıkan bu yazı serisinin üçüncü halkasını halihazırda yaşandığına şahit olduğumuz "Zihnî kargaşa" konusu teşkil ediyor.
Seçmen vatandaşın zihnini karıştırıp bulandıran en mühim nokta, iki büyük parti arasındaki "Demokratlık" meselesidir.
Buradaki Demokratlıktan kasıt, şahıs bazında değil, kimlik, gelenek ve misyon bazında olanıdır.
Daha açık bir dille ifade etmek gerekirse, kritik duruş şudur: Büyük bir seçmen kitlesi, altmış yıllık Demokrat misyon ve geleneğin devamı ve takipçisi durumdaki parti DP mi, yoksa AKP midir diye, tereddütler içinde bocalayıp duruyor.
Bu tereddüt dalgası her ne kadar günden güne azalıyor olsa bile, yine de tesirini önemli ölçüde devam ettirdiği söylenebilir.
Oysa, bu iki parti aynı şey değildir. Zahiren birbirine benzeşmekle beraber, kesinlikle birbirinin aynısı değildir. Aralarında pek mühim farklar vardır.
İşte, biz de burada bu iki siyasî cereyan arasındaki farklara dikkat çekmeye çalışalım ki, vatandaş daha rahat bir şekilde kararını verebilsin.
Peki, bu işi yapmak bizim üzerimize vazife midir? Evet, vazifedir. Zira, gazeteler bir anlamda siyasetin lisanıdır. Siyaseti konuşmayan bir gazeteyi Türkiye'de göstermek kàbil değil.
Öte yandan, demokrasilerde bir siyasî harekete en büyük zararı veren, onun zıddı olan değil, ona en çok benzeyen bir diğer harekettir.
Onun içindir ki, bugün itibariyle DP ile AKP, dip dalgalar itibariyle birbirine en fazla tesir edebilen iki siyasî cereyandır. Ve, hiç şüphesiz ki, mizanın iki kefesi gibi, birinin hiffeti, diğerinin sıkleti şeklinde tezahür eder. Çünkü, sosyolojik taban itibariyle aralarında büyük bir benzeşme var. Oysa, fikrî ve siyasî damarları birbirinden haylice farklı olup, beslendiklerin ana kaynaklar arasında önemli ayrılıklar mevcuttur.
İşte o farklılıklar
Yarım asırdan fazla bir zamandır siyasette Demokrat misyon ve geleneğe en çok değer verenler, Nur Risâlelerini okuyanlar, Üstad Bediüzzaman'ın ortaya koyduğu içtimaî düstûrları özümseyenler ve Nur Talebelerinin istişare kararlarını kabul edenler olmuştur.
Şurası da açık bir noktadır ki, Üstad Bediüzzaman'ın vefatından sonra onun bu cihetteki meslek ve meşrebine tavizsizce ve tam bir sadâkatla bağlı kalan talebelerinin başında Zübeyir Gündüzalp gelir. İttihad ve Yeni Asya gazetelerinin kurulmasında fikrî ve mânevî en büyük desteği sağlayan Gündüzalp...
İşte, bu müstakim çizgi ve silsileyi takip edenler, dün olduğu gibi bugün de tereddütsüz şekilde Demokrat misyon takipçisinin hangi parti olduğunu biliyor ve o partiye "nokta–i istinât" olma vazifesini deruhte ediyorlar.
Ne var ki, cüz'î miktarda da olsa yıllarca bu cenahın içinde bulunmuş bazı ihvanlarımızın tereddütlerine de şahit olmaktayız: "Ahrar–Demokrat, acaba bugünkü AKP midir?" tereddüdü...
Hemen ifade edelim ki, yukarıdaki silsilenin tam aksine, bugünkü iktidar partisinin kurmay sınıfı, tâ başından beri farklı bir kulvarda at koşturagelmişlerdir. Zahirî görüntüye aldanmamalı...
Meselâ, bu partinin kurmayları, siyasete atıldıkları tâ gençlik yıllarından itibaren en çok okudukları ve bağlandıkları eserler Risâle–i Nur değil, Necip Fazıl'ın eserleri ve özellikle de İdeologya Örgüsü isimli eseridir.
Bu eser, Necip Fazıl'ın özellikle siyasî fikirlerini ihtiva eden, dahası siyasî teşkilâtlanma modeli öngören ve kendisinin de "baş eserim" dediği çalışmasıdır.
Bununla beraber, yine bu esere "Türkiye’yi, İslâm âlemini ve bütün insanlığı kurtaracak sistemin örgüsü" mânâsı da yüklendiği olmuştur.
İşte, yazarının bizzat kendi ifadeleriyle İdeologya Örgüsü'nü takdimi: "Bu eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim... Ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım. Şiirlerim de, piyeslerim de, hikâyelerim de, ilim ve fikir yazılarım da, sadece bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım 'müştemilât'dan başka bir şey değil."
Esasen, içtimaî sahada bir bakıma Risâle–i Nur'a da alternatif şekli verilen bu eseri okuyanlar, kendileri zamanla değişme, yahut başkalaşma eğilimi göstermekle beraber, temelde "Ahrar ve Demokrat" misyonunu yüklenme çabası içine sûret–i kat'iyede girmiş değiller.
Evet, öyle bir görüntü vermek başka, o çabanın içine girmek büsbütün başkadır.
Dolayısıyla, İdeologya Örgüsü, bugünkü AKP kurmay kadrosunun bir nev'î manifestosu işlevini görmüştür.
Bu eseri yazan, hayatının hiçbir devresinde Zübeyir Gündüzalp ve onun arkadaşlarıyla uyuşmuş veya uyum içinde çalışmış değildir.
Öte yandan, İdeologya örgüsü yazarının ilham kaynağı da, Zübeyir Gündüzalp'in Üstad'ına ömrü billah hep muhalefet etmiş, hatta zaman zaman şiddetli taarruzlarda bulunmuş olan "İstanbul'daki ihtiyar zât"tır.
Yani, iki dindar taraf arasında tâ 1940'lardan bu yana süregelen ve zaman zaman tehlikeli boyutlara kadar çıkan bir "içtimaî muhalefet" gerçeği var.
Burada bu muhalefeti körüklemek adına değil, mutlaka bilinmesi ve bundan bir ders–i ibret çıkararak, ciddî yanlışlara düşülmemesi maksadıyla, bazı izahatları yapmaya ihtiyaç duyduk.
Şayet, misyon ve gelenek itibariyle Demokrat olanlarla, olmayanların tefriki yapılamazsa ve şahit olduğumuz zihnî kargaşa devam edecek olursa, buna elbetteki yanarız ve üzülürüz.
Bilhassa Risâle–i Nur'u benimseyerek okuyan ve Üstad Bediüzzaman'ı da her yönüyle, olduğu gibi kabul eden kimseler tarafından, bütün bunların bilinmesi ve anlaşılması gerektiği kanaatini taşıdığımız için, bu konuda siz kıymetli okuyucularımızı da kısmen olsun bilgilendirmek istedik. Takdir, elbette ki sizlerindir.
29.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|