Son haftalarda bize yöneltilen sorular, büyük bir yekûn teşkil etmeye başladı.
Gündemle bağlantılı soruların kahir ekseriyeti, tahmin edeceğiniz gibi siyasî gelişmeler hakkındadır.
Sözü uzatmadan, hemen suâl–cevap faslına geçelim.
* * *
Suâl: Demokratlık bir partinin tekelinde midir? Başka siyasiler de zamanla değişip demokrat olamazlar mı?
Cevap: Demokratlık ile tekelcilik hiçbir şekilde uyuşmaz, bağdaşmaz. Dolayısıyla, kişi(ler) önceden çok farklı bir durumda/konumda olsalar bile, zamanla pekâlâ demokrat olabilirler. Şahıs(lar) bazında bu kapı daima açıktır, kimse kapatamaz.
Ne var ki, hissiyatında, fikriyatında "demokrat olmak" ile siyâseten "Demokrat misyonu temsil" makamında yahut iddiasında olmak aynı şeyler değil.
Bu misyonu bir parti temsil eder ve fakat, diğer bazı partilerin de aynı misyonun mirasından istifade ettikleri vâkidir.
* * *
Suâl: Mevcut iktidarın—vitrin rengi ne olursa olsun—çekirdek kadrosunun, evveliyatları itibariyle siyaseten Demokrat olmadıkları biliniyor. Bu husus hatırlatıldığında, bazıları derhal savunmaya geçerek şu iddiada bulunuyor: "Canım, ne var bunda? Menderes ve arkadaşları da Halk Partili değil miydi? Buna rağmen, Üstad Bediüzzaman onları desteklemedi mi?"
Cevap: Burada cerbeze yüklü bir savunma refleksinden söz etmek mümkün. Zira "Menderes ve arkadaşları da Halk Partili değil miydi?" refleksiyle hareket edenler, meselâ şöyle mukabil bir suâlin de cevapsız kalacağını gayet iyi biliyorlar: "İyi de, Menderes ve arkadaşları sizce hangi partiden gelmeliydi? Acaba, o devirde CHP'den başka bir parti mi vardı?"
Evet, bu tarz susturucu cevaplarla mukabele etmek mümkün. Fakat hayır, önemli olan izahlı bir cevap vermektir. O da şudur: Menderes ve Demokrat Partili arkadaşlarının kim oldukları ve nereden geldikleri hakkında, bize göre en doğru tesbiti, en hakperest teşhisi ve en vukufiyetli tarifi yapan zât, Üstad Bediüzzaman Hazretleridir. Ki, o da "Demokratlara, eski zamanın Ahrarları nazarıyla bakarak" şunları söylüyor: "Ahrar denilen Demokratlar...; Ankara’da dindar Ahrarların (DP'nin) kongresi...; Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakiyetine çok duâ ediyorum...; Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi..." (Bakınız: Sırasıyla Emirdağ Lâhikası, s. 271, 426, 267; Beyanat ve Tenvirler, s. 202.)
Burada açıkça görüldüğü gibi, Üstad Bediüzzaman Demokratlara Halk Partili demiyor, onları Meşrûtiyet zamanındaki Ahrarlar şeklinde tarif ve tavsif ediyor ve o cereyanın 35 sene sonra (1910–1945) yeniden dirildiğini nazara veriyor.
* * *
Suâl: Ağar'ın 27 Nisan'da yapılan Cumhurbaşkanlığı ilk tur oylamasına katılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap: Ağar ve partisinin bu siyasî tavrını, "riskli, fakat doğru bir siyaset" tarzında değerlendiriyoruz.
Oy itibariyle, ilk etapta büyük bir risk getirdi. Fakat, zamanla bunun doğru bir siyasî duruş olduğu daha iyi anlaşılacağı kanaatini taşıyoruz.
Böyle, herkese tepeden bakan, kibir ve gurur taşıyan, muhalefeti hiçe sayan, hiç kimsenin görüş ve düşüncesine değer vermeyen, adayını son dakikaya kadar sır gibi saklayan, mutabakata, uzlaşmaya zerrece yanaşmayan, en ciddi işi en ciddiyetsiz bir zamana bırakan ve başkasını da sırf "dolgu malzemesi" gibi gören bir siyasî tavır karşısında, herhalde en doğru davranış da böyle olsa gerek.
Böyle bir davranışın, demokrasiyle değil, siyasî bir duruşla ilgisi olduğunu özellikle vurgulamak lâzım.
Yaşanan riskin ise, zamanla avantaja dönüşeceği kanaatini taşıyoruz.
Zira, istismar fışkıran şu "Eşi başörtülü dindar bir cumhurbaşkanını seçtirmediler" propagandası bile, daha şimdiden geri tepmeye başladı.
Demek ki, gömlek değişse bile, içindeki aynıdır ve "dini siyasete âlet etme zihniyeti" aynen devam ediyor.
* * *
Suâl: Genel seçimden evvel ANAVATAN'ın DP'ye iltihak edip tam bir birleşmenin sağlanamamasını nasıl yorumlamaktasınız?
Cevap: Bu gelişmeyi de hayra yormaktayız. Siyasî mevta haline gelmiş bir parti, alelacele birleşmeye gitmesi halinde, aday listelerinde çok büyük sıkıntılara sebebiyet vereceği kuvvetle muhtemeldi. Şiddetli sıkıntılar, tâ seçim gününe kadar da devam edip gidebilirdi. Muhtemelen, şimdiki durumdan çok daha bunaltıcı bir manzaraya şahit olacaktık.
* * *
Suâl: AKP'nin âkıbetini nasıl görmektesiniz?
Cevap: Tıpkı, ANAP'ın âkıbeti gibi görmekteyiz. Zira, bu iki parti de, siyasetin fıtrî seyri içinde ortaya çıkmadı. Bunlar, şartların zorlamasıyla ortaya çıkan ve liderleri aynı siyasî kökenden gelen "geçici büyük partiler"dir.
Bununla beraber, Erdoğan'la kaim olan AKP'nin, daha ziyade Özal'ın şahsıyla kaim olan ANAP'ın ömrü kadar bir ömre sahip olacağına pek ihtimal veremiyoruz. Zira, verilen o büyük krediyi çok çabuk tüketmiş görünüyor.
16.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|