Kur’ân âyetlerinin ifâdesiyle, bu dünya hayatı ancak bir oyun ve oyalanmadan ibârettir. Asıl hayat ise, taşıyla toprağıyla hayattâr olan âhiret yurdundaki hayattır.
Gerçek böyle olduğu halde, nice insanlar bu dünya hayatını esas alır, âhiret hayatını ise ya ikinci plâna atar, ya da yok sayar. Halbuki, bütün semâvî kitaplar o hayatı haber verdiği gibi, bütün enbiyâ ve evliyalar ve umum âlimler ve İslâmî kitaplar ona şehâdet ettiği gibi; kâinatın içinde taşıdığı hakikatler ve gidişâtı dahi ondan haber vermektedir. Zira, kâinatta hükümfermâ olan nizam, intizam ve takip edilen gayeler, şâyet âhiret olmazsa bütünüyle anlamını kaybeder. Mânâsız bir oyuncaktan ibâret kalır. Nizamı nizam eden, takip edilen gayeleri anlamlı kılan ancak âhirettir. Bir saray inşâ edip, içini antika eşya ile doldurduktan sonra, ona dam yapmayıp her şeyin bozulmasına sebep olmak nasıl anlamsız olursa, kâinatı yapıp ahiret damını yapmamak dahi öyledir.
Küçük bir kâinat hükmünde olan insanın kalbindeki ebedî yaşamak arzusu dahi âhirete işâret eder. Sonu hiçlikle biten milyon senelik saltanatlı bir hayat, insanın sonsuza kadar yaşama arzusunu tatmin etmemektedir. Bu hakikatten anlaşılır ki, insan ebed için yaratılmış ve ebedler memleketine gidecektir. Bediüzzaman’ın tesbitiyle “Allah vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Açlık hissini verip, onu sayısız rızıklarla doyuran bir rahmet, ebedî yaşamak arzusunu verdiğine göre elbette onu tatmin edecektir. Madem bu fâni dünya ona elverişli değil, öyleyse ölüm hendeğini atlayan insanlar, bâki bir âlemde ebedî ve dâimî bir hayata mazhar olacaklardır.
29. Söz ve Haşir Risâlesi gibi eserlerinde, geceden sonra sabahın ve kıştan sonra baharın gelmesi katiyetinde, bu fâni ve karanlıklı dünyanın dahi bâki bir sabahı ve daimî bir âhiret baharının geleceğini Bediüzzaman Hazretleri ispat etmiştir.
Asıl hüner, bu dünyayı âhiretin tarlası bilerek, mü’mince bir şuûrla yaşayıp o hayatı kazanabilmektir. Nefis ve şeytanın hile ve tuzaklarına düşmeden hayatını Kur’ân ve Sünnet ışığında yaşayabilmektir. Hayatını, dünya ve âhiret dengesini kurarak sürdürebilmektir. Hazret-i Ömer (ra), işte öyle bir sahabiydi. “Eğer ‘Bütün insanlar Cehenneme, bir kişi Cennete gidecek’ deseler, ‘Acaba o ben miyim?’ derim. Şâyet ‘Bütün insanlar Cennete, bir kişi Cehenneme gidecek’ deseler, yine ‘Acaba o ben miyim?’ derim” diyen büyük bir denge adamıydı. Yani, ne Allah’ın rahmetinden ümidini kesiyor ve ne de Allah’ın azabından emin oluyordu. Ümit ve korku arasında kendisini muhafaza ediyordu. Halbuki, sağlığında Cennetle müjdelenmiş on sahabiden biriydi.
Sevgili Peygamberimiz (asm), Allah’ın en sevdiği kulu ve habibiydi. Allah’ı en çok bilen ve tanıyan bir peygamber olarak Allah’ı en çok seven oydu. Ama, “İçinizde Allah’tan en çok korkanınız benim” diyordu. “Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” ifâdesini kullanıyordu. Cenâb-ı Hak da “Allah katında en makbulünüz, Allah’tan en çok korkanınızdır” ferman ediyordu. Allah’ı sevmek, emirlerine boyun eğip itaat etmektir. Allah’tan korkmak ise, haram kıldığı bütün yasaklardan alabildiğine uzak durmaktır. Her türlü günahı serbest işleyip, ‘Ben Allah’tan korkuyorum’ demek bir anlam ifâde etmez.
Bahsi geçen hakikatleri insana yaşatan, tahkikî bir iman ve samimî bir ihlâstır. Bunlarda zaaf olursa, insan dünyanın fâni olduğunu bile bile birçok hataları rahatlıkla işleyebilir. “Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar” diyen Üstadın tesbiti ne kadar ilginçtir. “Benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız. İşte birisinde istirahat ve itaattir. Ötekisinde ihtilâf ve zarar saklanmıştır” ifâdeleri de çok calib-i dikkattir. “Hakta ittifak, ehakta ihtilâf varsa, hak ehaktan daha ehaktır” düsturu da unutulmamalıdır. Ama, asıl unutulmaması gereken sabit hakikat ve temel prensip, dünyanın fâni olduğudur. Dünya ve âhiret dengesinin korunmasıdır. Çünkü, bugün toprağın üstünde olan bizler, yarın toprağın altında olacağız. Adımız, sanımız unutulacak ve yaptıklarımızla baş başa kalacağız. Allah’ın rızâsına uygun amellerimiz bizim için kurtuluş vesilesi olacak. Onun dışındakiler hiçbir anlam ifade etmeyecek. Ne kadar yaldızlı ve şatafatlı olsalar bile....
Cenâb-ı Haktan, bizlere dünya ve ahiret dengesini muhafaza etme nimetine mazhar kılmasını niyaz ediyorum.
13.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|