Yakın zamanda okuduğum bir habere göre dünyanın gelişmiş ülkelerinden Japonya’da bine yakını öğrenci olmak üzere, her yıl otuz bin kadar kişi intihar ediyormuş. Ekonominin durumuna göre sayısı artıp azalan ihtiharları otuz binin altına düşürmek için hükümet de çalışmalara başlamış. Sınavların çokluğunun, hayat şartlarındaki, iş dünyasındaki ağır rekabetin ve toplumsal baskıların sonucu olsa gerek bu intiharlar.
İnsanın harcadığı kadar değerli addedildiği kapitalist hayat anlayışı kimseyi mutlu etmiyor aslında. Günümüz dünyasında çoğunluk fakr-u zaruret içinde yaşamak durumundayken, Japonya örneğinde görüleceği üzere az sayıda, gelişmiş ve zengin ülkelerin insanları da çok rahat değiller. Kapitalist gelişmişliğin de bir bedeli var ve bu bedel insanın ruhunu rehin vermesiyle ödeniyor. Kapitalist toplumda bireyselleşen insan için mesela bir dost, bir kardeş, bir aile bireyi, anne, baba, eş, çocuk olmaktan çok para kazanan birey olmak daha önemli bir hale geliyor. İnsanlar giderek daha fazla yalnızlaşıyor. Hakim anlayışa göre herkesin kapitalizme katkı sağlaması gerekiyor. Çocuklar kreşlerde, dershanelerde; kadınlar diyetisyen, fitness, estetik merkezlerinde; yaşlılar anti-aging salonlarında birilerine para kazandırıyor olmalı. İnsanlar çalışıyor kazanıyor tüketiyor sonra yine çalışıyor. Ve hayat döngüsü böyle bir yanılsama içerisinde devam ediyor.
Modern zamanlar başladığından beri insanlık çok fazla üretiyor ama âdil tüketemiyor. Dünya arka sokaklara dönüşüyor. Birileri kamyon gibi büyük jiplerle müthiş bir israf içerisinde, alışveriş ve eğlence mekânları arasında turlar atarken, sayıları azımsanmayacak birileri de çöpten birşeyler toplayabilme umuduyla çuvaldan arabalarını sırtlanıyor sokak sokak. Tarihin her döneminde fakir insanlar ve zengin insanlar olageldi elbette. Ama günümüzdeki kadar gelir uçurumu olan bir zaman yaşanmadı herhalde. Zira artık yüz aç adamın huzurunda kemal-i âfiyetle çok yiyebilen, hatta bu tür gösterişlerle başkalarında haset ve imrenme duygularını uyandırmak sûretiyle kendisini tatmin eden, sonradan görme insanların da bulunduğu bir toplumda yaşıyoruz maalesef.
Bediüzzaman, günümüz insanları için fevkalâde bir reçete olan İktisat Risâlesi’nde, ‘İsraf eden ve iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeğe namzettir. Bu zamanda israfata medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, namus, rüşvet alınıyor’ der. Dindar camiada bile artık mukaddeslerinden taviz vererek menfaat ve kazanç sağlamak normal karşılanmaya başlanmışsa burada durup derinlemesine düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim. Meselâ üniversite mezunu olan ama çalışmak yerine anneliği tercih eden bayanlar, dindar kesimde bile ‘Niye çalışmıyorsun, boşuna mı okudun yani?’ şeklinde suçlamalarla yanlış yaptığına inandırılmak isteniyor. Öyle ya... Kapitalizme katkı sağlamadıktan sonra zaten insan niye yaşar ki (!) Üniversite okumak için verilmeye başlanan tavizler maalesef üniversiteyle sınırlı kalmıyor, iş hayatına da uzanıyor. Kapitalizm cereyanı insanları yavaş yavaş dönüştürüyor.
Bütün bu olanlar karşısında iktisat ve kanaat anlayışı bize bir çıkış yolu gösteriyor. Bir hadis-i şerifinde Peygamber Efendimiz (asm) ‘Kanaat eden izzet bulur, tama’ eden zelil olur’ diye buyururken başka bir hadiste de ‘İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez’ diye buyurmaktadır. Kapitalist hayat anlayışına karşı iktisad ve kanaat düsturlarına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz günlerdeyiz. Ve eğer geçim derdi gibi bir meselemiz varsa, dönüp kendi hayatımızda iktisada ne kadar riayet ettiğimizi sorgulamalıyız.
Zaman, İktisad Risâlesini daha fazla tefekkür etmenin ve dinî mukaddesâtı herşeyin üstünde tutmanın zamanıdır. Zaman Bediüzzaman’ı dinleme zamanıdır. Unutmayalım ki, Müslüman dininden değil kendi menfaatlerinden taviz vererek Allah’ın rahmetine, bereketine ve affına kavuşacaktır...
[email protected]
13.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|