İnanan, tarihine, geçmişine, kültürüne bağlı bir insanın ve o insanlardan oluşacak bir milletin ümitsiz olması düşünülemez… İşte öylesi ümitli ve mutlu anlarında bir şarkı tutturur ya insan… Necip Fazıl da Türk milletine farkını “Şarkımız” şiirinde şu mısralarla hatırlatıyor;
“Kırılır da bir gün bütün dişliler, / Döner şanlı şanlı çarkımız bizim. / Gökten bir el yaşlı gözleri siler,/ Şenlenir evimiz, barkımız bizim.
Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze, / Kavuşuruz sonu gelmez gündüze, / Sapan taşlarının yanında füze, / Başka âlemlerle farkımız bizim
/…………/ Kurtulur dil, tarih, ahlâk ve iman; / Görürler, nasılmış, neymiş kahraman! / Yer ve gök su vermem dediği zaman, / Her tarlayı sular arkımız bizim.
Gideriz, nur yolu izde gideriz, / Taş bağırda, sular dizde, gideriz, / Bir gün akşam olur, biz de gideriz, / Kalır dudaklarda şarkımız bizim...”
Basında 50 yılını dolduranlara verilecek şilti almaya gidemez Necip Fazıl… Orada okunmak üzere oğlu Mehmed Kısakürek’e; “Muhterem yarım asırlıklar;
Rahatsızım. Gelemiyorum. Zaten 50 yılı çoktan dolduran meslek hayatımın nasıl geçtiği sorulsa ‘devamlı ve aralıksız bir manevî rahatsızlıktan ibaret’ diyebilirim.
Bizim şu son kalan yarım asırlıklar kadromuz içinde en belirli farika, sonrakilerden yeni harfler duvariyle sınırlı olmamızdır. Yeni harfler üzerinde herhangi bir akademik ve politik fikir belirtmeksizin hüküm vereyim ki, bu hareket ana-baba mahsulü yerine tüp-çocuk yetiştirmekten farksız olmuş ve işte, nihayet meydana sadece göbekten aşağı cihazları işleyen ve yukarısı gittikçe dumura uğrayan nesiller peydahlanmıştır.
Bugün basın hayatımızda, dünkü çıkartma kalemlere nispetle, ne bir fıkracı, ne bir ideolog, ne bir san’atkâr, ne de kitaplık çapta eser verici bir kalem kalmıştır.
Tanzimat’tan beri gelen ters rotalar ruh ve fikir hayatımızı devamlı bir felce uğrattıktan sonra nihayet 1983 senesinde yarımşar asırlık son bakiyeyi meydana koyuyor ve işte, bu toplantı, dâvanın en mahrem kesimini gösteriyor.
Bir eczanede, her biri 50 gramlık bambaşka ilâçlar taşıyan şişeler arasında biricik vahdet noktası nasıl sadece 50 gramlık kemiyet ölçüsünden ibaret kalıyorsa, bizim de bir araya gelmek için böyle bir dâvet bekleyen ayrılık ve aykırılıklarımız büsbütün ortaya çıkıyor; ve son bakiyenin son haleti nazara çarpıyor.
Size uzun ömürler dilemekten ve ancak ruh adaleleri genç ihtiyarlara mahsus bir hüzün sahibi olmanızı tavsiye ve bu toplantıyı tertipleyenleri, vesile oldukları ibret manzarası bakımından tebrik etmekten başka söylenecek bir şey yoktur” notunu yazdırdıktan 79 saat sonra, “Burada yaşamak sanılan düşü”, “orada” yaşamak üzere bedenen aramızdan ayrılır Necip Fazıl ...
Bütün eserlerinde, konferanslarında gençliği muhatap alır, gençlerin kültürleriyle haşır-neşir olarak yetişmeleri için didinir dururdu... Ve “Mehmet”lerine 1975’te;
“Ey genç adam, yolumu adım adım bilirsin
Erken gel beni evde bulamayabilirsin” dâvetini yaptıktan sekiz sene sonra “ev”den ayrıldı!
Ama geride bıraktığı ebedî evlerinin kapısı / eserlerinin sayfaları faydalanmak isteyenlere sonsuza kadar hep açık…
Anlayanlara, anlamak isteyenlere…
Evet…
Her fâni gibi Necip Fazıl da vâdesi dolunca aramızdan ayrıldı… Bizlere şimdilerde düşen, sadece doğum ve ölüm günlerinde alışılmış programlar yapmakla yetinmek değil, Necip Fazıl’ı okumak ve anlamaya çalışmak…
Biçimi ve nasılı belirtilmiş, satır satır, mısra mısra işlenmiş, sahne sahne sergilenmesi arzulanmış yol göstermelere bakacak olursak; yaşadığımız kimi sıkıntılardan nasıl kurtulabileceğimizi de satır satır, sayfa sayfa, mısra mısra, şiir şiir, kitap kitap Necip Fazıl’da görürüz.
Yeter ki; Necip Fazıl Kısakürek’i ve eserlerini kendi bilgilerimizle ölçüp, günübirlik hesaplarımıza, çıkarlarımıza uydurmaya çalışmayalım.
Necip Fazıl Kısakürek gibi; Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Cemil Meriç, İdris Küçükömer vb. yazarlarda, san’atçılarda, düşünce insanlarında da aynı hataya düşmeyelim.
Onların ne söylemek istediklerine bakalım ve onlardan, onların eserlerinden ne söylemek istediklerini anlamaya çalışalım.
Fikir ve siyaset dünyamızın en çetrefilli dönemlerinde eser vermiş insanların yazdıklarındaki, söylediklerindeki sözün mânâsını değil, kendimizce anlamak istediğimizi anlamaya bakıyoruz genelde… Böylelikle yanılmakla kalmıyor, başkalarını da yanıltıyor, o fikir adamına da ihanet ediyoruz aslında…
Unutmayalım ki; yazarları, düşünürleri en iyi anlatacak olan, bize öğretecek, tanıtacak olan bizlere bıraktıkları eserleridir. Kültür ortamına sunulmuş kalıplardan sıyrılıp, tamamen objektif yaklaşımlarla yazarlarımızı, düşünce insanlarımızı okumaya başladığımızda, muasır medeniyetler seviyesi yolunda ciddî bir sıçrama yapmamız da kaçınılmaz olacaktır.
03.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|