Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Süleyman KÖSMENE

Vahdetü’l-vücud ve vahdetü’ş-şühud



Mehmet Salman:

*“Muhakemat’ın 133. sayfasında: “Fakat ehl-i vahdetü’ş-şuhudun meşrebi fark ve sahv’dir; ehl-i vahdetü’l-vücudun meşrebi mahv ve sekir’dir. Safi meşrep ise, meşreb-i ehl-i fark ve sahv’dır” denilmektedir. Burada, ehl-i vahdetü’ş-şühudla, safi meşrebin meşrepleri, fark ve sahv olmuş, yani ikisi de aynı olmuş olmuyorlar mı?”

Vahdetü’l-vücud mesleği, Hallac-ı Mansur, Muhyiddini-i Arabî ve Sadreddin-i Konevî gibi az sayıda evliyanın, Allah aşkının verdiği yüksek heyecanın zevkiyle ve sevkiyle girdikleri, akla konuşma izni vermeyen, kendine özgü, zevkli bir kalp ve aşk yoludur. Aklın sustuğu, aşkın da bu sebeple meydanı boş bularak kalbe sarhoşluk verdiği bu mesleğe göre, Allah’tan başka gerçekte hiçbir varlık yoktur. Var olduğunu gördüğümüz eşya, hayalden, gölgeden ve zandan ibarettir. Gerçekte var değildir. Var olan yalnızca Allah’tır. Bu sebeple bu meslek sahipleri “La mevcude illa hu” (Allah’tan başka hiçbir şey yoktur) derler. Oysa Kur’ân, “la İlahe illa hu” (Allah’tan başka İlah yoktur) demektedir.

Gerçekte, Allah’tan başka varlıklar elbette vardır. İçinde yaşadığımız varlıklar âlemi, Allah’ın halk ettiği varlıklardan ibarettir. Var olan bir şeye yok demek, ya da hayal, vehim veya gölge saymak gerçekle bağdaşmaz. Kur’ân’ın ana caddesi bunu reddeder. Çünkü Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, Hallâk, Rezzak gibi çok isimlerin mazharları olan varlıklar, hayal veya vehim sayılamaz. Madem Allah’ın isimleri hakikattirler; isimlerin mazharları olan varlıklar da hakikattirler.1

Bu sebeple bu yola girenler İslâm Tarihi boyunca genelde anlaşılmamışlar; meselâ Hallac-ı Mansur gibi bir hakikat âşığı “Ene’l-Hak” (Ben Hak’kım) dediği için şirkle itham edilerek idam edilmiştir. Oysa Hallac-ı Mansur tevhid inancına şiddetli Allah aşkı penceresinden baktığı için, Allah aşkının yanında diğer varlıkların bir hiç olduğunu düşünmüştür. Muhyiddin-i Arabî’nin de Şam’da dağa çıkarak “Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır!” diye bağırdığı, bu sebeple zamanında şirk koşmakla suçlandığı, sonradan Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a giderken bu yeri açtırdığı ve bu yerde bol miktarda altın bulduğu, binaenaleyh Muhyiddin-i Arabî’nin insanları dünya malına meyletmekten sakındırmak istediğinin böylece ortaya çıktığı rivayet edilir.

Vahdetü’l-vücud mesleği bir aşk mesleğidir; bu meslekte mahv ve sekir vardır, yani kendini Hak önünde hiç bilmek ve bunun sarhoşluğu içinde yaşamak vardır. Bu meslekte akıl gözü bunun için kördür. Bu meslek bir felsefe mesleği değildir. Bu sebeple günümüzde felsefecilerin tevhid inancına sahip olmadan bu yola girmeleri sakıncalıdır, şirke kapı açar. Muhyiddin-i. Arabî bile bu sebeple “Bizden olmayanlar bizim kitabımızı okumasınlar” demiştir. İyi bir tevhid inancı terbiyesinden geçmeyene ve âşık olmayana bu meslek zarar verir. Çünkü Allah’ın varlığı yanında varlıkları bir gölgeden ibaret gören ve yok sayan bu meslek, tevhid inancına sahip olmayanların elinde, “O’ndan başka hiçbir şey yoktur; her şey ondan ibarettir” gibi bir söylemle, varlıklar adına Allah’ı yok saymak gibi tehlikeli bir inkârcılığa kapı açabilir.

Bununla beraber, bu yola girenler Hak aşkı için girdiklerinden, Bediüzzaman Hazretlerine göre Hak katında makbuldürler; fakat keşfiyatları mizansız olduğu için, hudutları çiğnemişlerdir. Bu sebeple şahısları itibariyle yüksek ve harika birer kutup oldukları halde, tarikatları gayet kısa kalmış ve rağbet görmemiştir.2

Vahdeti’ş-Şuhud mesleği ise fark ve sahv mesleğidir. Yani varlık noktasında boğulmamış, kulluk noktasında yoğunlaşmış, halk ile Hâlık’ı bir birinden ayırmış, yaratıcı ile yaratılanı birbirine karıştırmamış, bilâkis tefrik etmiş, arasına fark koymuş, Yaratıcıya vacibü’l vücud demiş, yaratılana ise mümkinü’l-vücud diyerek Allah’ın dışındaki eşyanın varlığını Allah’a bağlamıştır. Bu açıdan bu meslekte gidenler ehl-i sahvdirler. Yani yollarında akıllı ve uyanık yürümüşler, aklı ihmal etmemişler, akıl ile kalbi birlikte götürmüşlerdir. Bu sebeple Bediüzzaman vahdetü’şuhut mesleği için “zararsızdır; ehl-i sahvın yüksek bir meşrebidir” demiştir.3

Muhakemat’ta bahsettiğiniz yerde Bediüzzaman “Safi meşrep ise, meşreb-i ehl-i fark ve sahv’dır” demekle, şüphesiz, zararsız ve arı (safi) meşrebin fark ve sahv mesleği olan Vahdetü’ş-Şuhut mesleği olduğunu kaydetmiştir.

Dua

Ey hataları örten! Ey kusurları bağışlayan! Ey ayıpları setreden! Ey günahlara mağfiret eden! Ey tövbeleri kabul eden! Ey pişmanlıkları tövbe sayan! Ey Gaffarü’z-Zünub! Seni, lâyık olduğun veçhile sena edemedim! Seni hakkıyla takdir edemedim! Seni lâyıkıyla bilemedim! Günahkârım! Yalan yanlış kulluğumla Sana geliyorum! Gazabından rızana, cezalandırmandan bağışlamana, adaletinden merhametine, kahrından lütfuna, Senden Sana sığınıyorum. Beni, annemi, babamı ve bütün mü'minleri bağışla! Âmin!

Dipnotlar:

1. Lem’alar (yeni tarz), s. 146

2. Lem’alar (yeni tarz), s. 143

3. Mektubat (yeni tarz), s.147

03.06.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.06.2007) - Hüve nüktesi üzerine- 2

  (01.06.2007) - Hüve nüktesi üzerine- 1

  (31.05.2007) - Çocuk eğitimi

  (30.05.2007) - Kısa... Kısa...

  (29.05.2007) - Dâbbetü'l-arz nedir?- 3

  (28.05.2007) - Duâlarımızın neticesi

  (27.05.2007) - Dâbbetü'l-Arz nedir?- 2

  (26.05.2007) - Dâbbetü'l-Arz nedir?- 1

  (25.05.2007) - Allah'a dostlukta unvanlar

  (24.05.2007) - Kalbin kararlılığı, rüya ve istihare

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004