Yunusun karnında Yunus (a.s.), kuyunun koynunda Yusuf (a.s.) kederin, kimsesizliğin ne olduğunu senin kadar bilebilir mi? Ateşlere atılan İbrahim (a.s.) senin atıldığın ateşlere dayanabilir miydi? Firavun zulmüne maruz Musa (a.s.), kavminden gördüğün zulümlere sabredebilir miydi?
Yeryüzünde tek başına Âdem (a.s.) yalnızlığın acısını senin kadar çekmiş midir? Hızır senin yolculuğuna dayanabilir mi? Rabbü’l-Âlemîn’in huzuruna bütün yaratılmışlar adına çıkan, Rabbü’l-Âlemîn adına âlemlere Rahmet olarak inen kul ve elçisin sen…
Esen rüzgârlar, kıpırdayan yapraklar, yağan yağmurlar, ışık saçan güneş, parlayan şimşekler, dönen yıldızlar, raks eden kehkeşanlar, çekirdek etrafındaki elektronlar, çekirdekle elektron arasında dolu âlemler; senin elest bezmindeki hamd zikrinin coşkusuyla çağlıyorlar çağlardan beri… “Ân”ların olmadığı zamanlar nurun vardı, bütün “ân”larda var, “ân”sız sonsuzluklarda da var olacak.
Mekânsızlık mekânı, mekânın bütün kesitleri, kesintisiz mekânlar sensiz değil seninle. “Ân”larda varlıkla yokluk arasında titreşip duran mekân, elest coşkusu ve yokluğa yuvarlanma arasında gidip geliyor. “Belâ” demeseydin kim var olurdu?
Gülü görebilir, bülbülü dinleyebilir, rüzgârla nefeslenir, yıldızlarla yaldızlı gökyüzünü seyredebilir miydik?
Her “ân” senle doğuyor, sensizlikte ölüyor… Kutlu doğum, mutlu ölümün öncüsü sensin… Sensizlik, Hz. Yunus ve Hz. Yusuf'un kederlerden daha büyük bir keder, ayrılığın Hz. İbrahim'in atıldığı ateşlerden daha yakıcı, Hz. Âdem'in yalnızlığından daha büyük bir yalnızlık…
Nurun gelmezse, ne kâinat ayakta durabilir, ne de kalpler… Semâvât ve arz tesbihatına dâhil oluyor, kalpler duâna âmin diyor… Yaratılış ağacının tûba-i cennetisin; peygamberler köklerin, veliler meyvelerin…
Dermansız dert; seni kâinatla birlikte bilmemek, kâinatı sensiz bilmek… En büyük şifâ sünnetine sarılmak, gönlü kevserinle yıkamak…
Günah kirlerinden arınmak, hevâdan soyunup takvaya kuşanmak, zihin zindeliği duygu duruluğuyla salât ve selâm getirmek; sana vuslatın muştulu habercileri…
Karanlık kâinatı kandilinle seyretmek; her bir nesnede, her bir hadisede ayrı güzellikleri görmek, gönlü gül bahçesine çevirmek demek… Yılda bir hafta gül dağıtmak seni anmak ve anlamaktan uzak… Sense bize hep yakınsın… Yakınlığın olmasa yakînimiz olur muydu? Rahman ve Rahîm olan Allah’ı Kur’ân ve kâinatla birlikte anmaya ve anlamaya…
Kederlerden kurtulmak, dertlerden dermana erişmek, şifâ bulmak, yalnızlıklarda yanmamak, zulümlerden necat bulmak; kalpleri kandilinle aydınlatmanın, mekânda ve “ân”da elest hamdini duymanın sonsuz mutluluğu…
Daralan dünyanın, kararan kalplerimizin geniş güneşi… Hz. Yusuf yürek, Hz. Yunus nidâ ile Hz. İbrahimî bereket duâsını kâinatın zerreleri, Kur’ân’ın harfleri ve kelimeleri adedince sana salât ve getirerek ediyoruz yâ Resûlallah (a.s.m.)…
Yokluğun boşluğunda bizi boş çevirme. Elestte yokluğa yuvarlanmaktan kurtardığın gibi, dünya ve ahiret yokluklarında da şefaatçimiz ol. Çünkü sen, “Ol” diye hükmeden Hâkim-i Zülkemâl’in Rahmet Peygamberisin…
Not: Elim bir trafik kazasında “gayb” ettiğimiz Cevdet Cevleyan arkadaşımız, inşaallah Resûl-i Ekrem (a.s.m.) şefaatiyle karşılananlardan olmuştur. Hayatımızın imanı sağ olsun.
22.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|