Temayül ve kulis gitmeli, ön seçim gelmeli
1980 darbesinin siyasetimizde açtığı onarılmaz yaralardan bir tanesi de ön seçim müessesesinin fiilen işlemez hale gelmesidir.
Darbe öncesinde öncelikle iki büyük parti olan Adalet Partisi (AP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), halk tabanında müesseseleşmiş, teşkilât yapıları ile sağın ve solun önder partileri olarak ciddî biçimde önseçim uygulamasına dikkat ederlerdi. O zaman hiç kimsenin aklında “önseçim yapılmadan direkt bir merkez yoklama yapılır mı?” diye bir endişe olmazdı. Zira, ön seçim ciddî bir müessese olup, hakim huzurunda yapılan ve delegeler (nispeten) ilçe başkanının akrabalığına göre veya emir eri değil, partinin daha fazla oy alması hedefi gözetilerek ve yine seçim ile belirlenirdi. Bu günkü sistemde olduğu gibi ilçe başkanını yazmadığı bir kimsenin delege olması fiilen mümkün olmadığı gibi, delege olmanın da bir değeri kalmamış olup, siyasetin merkezileşmesi devam etmektedir.
1980 darbesinden önce delege seçimine katılan ve yeterli desteği parti tabanından bulan bir kişi hem delege olabilir, hem yönetim tarafından dikkate alınarak ilçe teşkilâtında görev verilirken, hem de ilçe veya il düzeyinde partinin yerel idareci adaylarının tesbitinde inisiyatif kullanabilirdi. Günümüzde şeklen bu mümkün olsa bile, fiilen mümkün değildir. Artık “delege seçimi” kavramı gitmiş “delege yazımı” kavramı gelmiştir. Bu şekilde sağlıksız ve inisiyatif kullanamayan ve siyaseti hizmet yerine rant kapısı gören insanların eline geçmesi ile her temayül veya önseçim zamanı para veya menfaat sağlandığı iddiaları gündeme gelmektedir.
Demokrasinin tam ve yüksek standartta işlemesi için parti içinde demokrasinin tam işlemesi gerekiyor. Öncelikle biraz aykırı olsa bile herkese (memur dahil) siyasî partilere üye olma (görev alma değil) hakkı tanınmalı, seçim kurulları farklı partilere mükerrer üyelik ve delegelik için sıkı denetim yapmalı ve hakim huzurunda ön seçim bütün partiler için bir mecburiyet olmalı. Genel merkezlerin istisnai olarak parti bütünlüğüne aykırı adayları veto etmek haricinde, önseçim sonucunda bu listeleri değiştirme hakkı olmamalıdır.
Meselâ; TBMM Başkanlığı da yapan bir milletvekili girdiği önseçimde oldukça gerilerde kaldı fakat genel başkanı onun elinden tutup listesinin başına koydu. Bu durum başka olumsuzluklarla birleşince partinin baraj altında kaldığı hâlâ kulislerde konuşulur.
İçinde yaşadığımız süreçte bir çok parti hakim önünde, delege seçimi, hakim önünde milletvekili aday tesbiti yapmıyor. Zaten delegelerde, ilçe başkanının söylediği şekilde oy kullanan “asker delegeler” ise, sistemden beklenen güçlü demokratik refleksler ortaya çıkmayabilir.
Diğer taraftan parti iktidara geldiğinde bakanlık veya yönetim görevi vereceği fakat, kendi seçim bölgesinde yeterince tanınmadığı ve delege desteği alamayacağı için Meclis’e gelemeyecek kişiler ne olacak? Bence bunun çaresi Türkiye Milletvekilliği. Bir dönem 100 kişilik Türkiye Milletvekilliği sistemi uygulanmak istenmiş fakat Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. Anayasa Mahkemesi iptal gerekçeleri dikkate alınarak, sistem yeniden oluşturulur. 450 milletvekili şimdiki sisteme göre seçilirken, 100 milletvekili barajlar dikkate alınmadan partinin aldığı her yüzde 1 için 1 milletvekili çıkarır. Bu şekilde genel merkez için çok çok önemli ve yerelde tanınmayan adayların bu listeden seçilmeleri sağlanırken, Türkiye çapında tanınan ve bir bölgede yoğunlaşmayan popüler adaylar üzerinden mesaj vermek de mümkün olacaktır. Yine bu 100 aday için tercih sisteminin uygulanması yerinde olacaktır.
Ülkemiz için seçmenden, üyeden, delegeden, teşkilâttan, genel merkeze kadar, demokratik ve güçlü bir şekilde işleyen parti içi demokrasiye ihtiyaç var. “Ben sizi atadım siz de bana oy verin” diyen ilçe başkanlığı anlayışı veya iki satırlık bir yazı ile görevden alınabilecek bir il başkanlığı sistemi, kendine AB tam üyesi olmak hedefini koyan bir Türkiye için övünç kaynağı değildir.
Yaklaşan seçimler için uygulanan temayül, merkez yoklama, kulis faaliyetleri ve 4 Haziran 2007 günü açıklanacak listeler sonucunda partilerin yeni yüzleri belli olacak. En azından bundan sonraki seçimler için Türkiye bir tercih yapmak zorunda. Ya ilçe teşkilâtlarını fesh ederek sadece il teşkilâtları olan parti yapılarına geçmeli (sosyolojik olarak mümkün değil ama delege sisteminin mahsurları sebebi ile bir çok kişinin söylemeden içinden geçirdiği bir fikir) ya da delegelerini bile hakim önünde seçmeye başlayarak yeni bir yapıya geçmeli….
|
Emin Talha KARAMUSA
21.05.2007
|
|
Ekran başında ömür tüketen kadınlar
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) “Kadınların Televizyon İzleme Eğilimleri” adlı çalışmanın sonuçlarını kamuoyuna duyurdu. Televizyon son dönemde Türk toplumunun toplumsal ve siyasal algılarında temel belirleyici faktör olarak mercek altına yatırılması gereken bir iletişim aracı. Toplumsal bir olgu olarak televizyonun ele alınması ve ciddî akademik çalışmalarla izleyici-televizyon ilişkisinin irdelenmesinde iletişim fakülteleri kadar RTÜK’ün katkısı da yadsınamaz.
En öne çıkarılan sonuç, Türkiye genelinde yapılan projeksiyonda kadın izleyicilerin günde yaklaşık 4.5 saatini ekran başında geçirdiği. Bu ortalama sayının daha vahimi yaklaşık yüzde 20’lik bir kitlenin 6 saat veya daha fazla televizyon izlemesi. Bu süre, gün içinde neredeyse kişinin uyanık kaldığı sürenin yarısına yakın.
Kadın izleyiciler illere ve gelir grubuna bağlı ayrım gözetmeksizin yüzde 52.6 oranıyla en fazla “çocuklara, kadınlara ve güçsüzlere uygulanan fiziksel şiddet” görüntülerinden rahatsız oluyor. Bu oranın hemen ardından rahatsız oldukları görüntüler cinsellik ve müstehcen içerenler.
Öte yandan büyük çoğunluk kadın programlarının içeriklerinin zaman içinde düzeldiği kanısında ve sabah kuşağındaki programlardan şikâyetçi değil. Eğitici programlar ve sağlık programları kadınların zerre kadar ilgisini çekmiyor. Tahmin edilebileceği gibi eğitim düzeyi yükseldikçe televizyona olan bağımlılık oranı düşüyor. Bazı verilerin cinsiyet farkı gözetmeksizin aynı çıkacağını varsaymak pek güç değil. Televizyon sonuna kadar eğlencelik bir araç olarak kullanılıyor ve muhafazakar çoğunluk ekranda kendi yansımasını bulmak istiyor.
Beğenilerdeki cinsiyet ayrımı belki program türlerinde farklılık gösterebiliyor yani erkekler şiddet ve spor içerikli programlara, kadınlar ise romantizm ve eğlenceye eğilim gösteriyorlar. Muhteva ne olursa olsun sonuç olarak bir toplum, ekran önünde hayatını işte böyle tüketiyor.
(Aslı Öztunç-gazetem net)
|
21.05.2007
|
|
Sel mağdurlarına destek
Kimse Yok Mu Derneği yetkilileri, Şemdinli’de bir düğüne katıldılar. Uzun zamandır bu mutlu günü bekleyen damat Naci İnan’ın ve eşinin düğünü, Şemdinli’de ailelerin mutluluk gözyaşları içinde yapıldı. Kimse Yok Mu Derneği’nin düğüne dâvetli olmasının sebebi ise, derneğin evlenecek çifte yaptığı yardımlardı.
Naci İnan’ın evlilik hayalleri, 5 Kasım 2006 günü düğününe bir hafta kala yaşanan sel felâketi ile yıkılmıştı. İnan çiftinin bir hafta sonra yerleşecekleri ev, içerisindeki bütün eşyalarla birlikte sulara kapılmıştı. Böylece henüz kullanamadığı mobilyaları, ev eşyaları, beyaz eşyaları kullanılamayacak hale gelen Naci İnan, Kimse Yok Mu Derneği’ne başvurdu. Kaybettiği eşyaları yeniden satın alma imkânı olmadığını belirten İnan, dernekten yardım istedi. İnan’ın başvurusunu inceleyen Kimse Yok Mu Derneği, kendisine gerekli olan yeni mobilya takımlarını, beyaz eşyaları ve halıları gönderdi. Bu sayede yepyeni bir eve kavuşan genç çift geçtiğimiz hafta dünya evine girdi.
Sel felâketinin ardından mağdur illerde büyük yardımlar yapan Kimse Yok Mu Derneği, Şemdinli’de de 73 ailenin evini baştan döşemişti.
|
21.05.2007
|
|
“İnsan Hakları ve İhlâlleri” konulu fotoğraf yarışması
Toplum Gönüllüleri Vakfı İstanbul Üniversitesi Beyazıt Örgütlenmesi, Okyanus Koleji ve Ulusal Ajans’ın desteği ile “Farkında mısın?” adlı fotoğraf yarışmasını başlatıyor.
“İnsan Hakları ve İhlâlleri” teması çerçevesinde, fotoğraflarla bütün gençleri; insanlara, insanların doğuştan ve sonradan verilmiş haklarıyla insan olduklarını hatırlatmaya ve “farkında mısın?” demeye dâvet ediyor.
Proje, fotoğraf yarışması, sergiler ve sergilenen fotoğrafların toplandığı kitap oluşturulması olarak üç aşama ile gerçekleştirilecektir.
Projenin özeti; fotoğrafçılık gibi görsel bir san'at dalı aracılığıyla toplumun yüzde 46’sını oluşturan (25 yaş altı) gençlerin, insan hakları ve ihlâlleri konusunda farkındalığının arttırılması. Daha geniş bilgi için: www.farkindamisin.org
|
21.05.2007
|
|
STK’lara proje eğitimi
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM), 1–3 Haziran 2007 tarihleri arasında İstanbul’daki Sivil Toplum Kuruluşları’na (STK) yönelik Proje Döngüsü Yönetimi Eğitim programını gerçekleştiriyor. Üç gün sürecek olan eğitim boyunca, Proje Döngüsü Yönetimi yaklaşımı, mantıksal çerçeve yaklaşımının esasları, sorun analizi, paydaş analizi, hedef analizi, strateji analizi, mantıksal çerçeve matrisinin hazırlanması, faaliyet planı oluşturulması ve proje bütçesinin hazırlanması konuları ele alınacak. İstanbul’da gerçekleştirecek olan eğitime İstanbul, Yalova, Tekirdağ, Kırklareli, Kocaeli ve Sakarya illerinden katılımcılar kabul edilecek ve eğitime İstanbul dışından katılacak olan sivil toplum temsilcilerinin ulaşım ve konaklama masrafları STGM tarafından karşılanacak. Eğitim katılım şartları ve başvuru formları www.stgm.org.tr adresinde.
|
21.05.2007
|
|
Sivil toplum diyalog hibe programı
Türkiye ve Avrupa Birliği arasında Sivil Toplum Diyaloğunun Desteklenmesi Hibe Programı Başvuruları Başladı.
Şehirler ve belediyeler, meslek örgütleri, üniversiteler, diyalog için gençlik girişimleri programlarının içeren Türkiye ve Avrupa Birliği arasında sivil toplum diyaloğunun desteklenmesi hibe programı başvuruları başladı. Programlara ait Hibe Başvuru Rehberi, Hibe Başvuru Formu ve ilgili diğer belgeler www.stgm.org.tr adresinde.
|
21.05.2007
|