“Türk’üm!” diyen mutlu olur mu?
Bir türlü büyüyemeyen demokrasi tarihimizde, Mayıs ayı "60 ihtilâli"nden, Mart ayı "12 Mart" muhtırasından, Eylül "12 Eylül ihtilâlinden", Şubat ise talihsiz son günü olan "28 Şubat"tan dolayı sabıkalı aylardı. Yılın her günü bir kutlamadan dolayı nasıl ipotek altındaysa, her ayı da muhtıra, darbe, bildiri gibi asker cenahından demokrasiyse savrulan siyasal mitralyözlerle darbeli…
Genel Kurmay Başkanlığı'nın 27 Nisan bildirisinde, son paragrafını her kim yazdıysa, "Dünya Türk Olsun!" diye duvarlara yazılan türden bir slogan vardı. Buna göre cümle tam da şöyleydi: " 'Ne mutlu Türküm diyene!' anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır" şeklindeydi.
Bu bildiriden sonra elimi alnıma koyup düşündüm: "Ben gerçekten mutlu muyum?" Sonra bazı paradokslarla kendi kendime şunları telkin ettim:
Gayri safi millî gelirim Yunanistan'dan 60 basamak geride; hatta Rum kesiminden bile. Freedom Hosue'un verilerine göre "yarı demokratik" bir ülkeyiz. Özgürlükler ve demokratik hakların kullanımı açısından notumuz 10 üzerinden 4. ve 5. Dahası onlar bizi "yarı açık rejim" sahibi olarak niteleyip, "gizli diktatörlükle yönetildiğimizi" vurguluyorlar. Sonra düşünüyorum: Nüfusun ciddî bir kısmı yarı aç, yarı tok yaşarken, bir kısmı açlık, bir kısmı da yokluk sınırında yaşarken ben gerçekten nasıl mutlu olabilirdim? Faiz oranları dünyanın en yüksek ülkelerinden biriyken, bir YTL' nin bilmem kaç dolara ya da euroya bedel olduğunu gözlerimizle görürken nasıl mutlu olabilirim?
"Mutluyum o zaman Türk'üm" önermesine baktığımda, Türk olmayanların daha çok mutlu olduklarını görüyorum. Nitekim, girmeye çalıştığımız AB' liler, Reuters'in yahoo.com'da yayınlanan haberine göre, Avrupa Birliği vatandaşlarının ortalama % 87'sinin hayatlarından oldukça memnun olduklarını, bu rakamın Danimarka'da % 97' ye çıktığını ortaya koymuş.
Yok "Ne mutlu Türk'üm diyene" cümlesinde anlamı "Diyene" kelimesine odaklarsak, bunda da şöyle kuşkular ortaya çıkıyor: Çocukluğumuzdan bu yana bütün mekteplerde bu cümleyi haykırdık. İnsan kendisi seçmese de mensup olduğu milliyetinin geçmişteki başarılarından dolayı elbette gurur duyar; ancak bu gururu duyacak şimdi elimizde bir sermayemiz kalmadıysa gerçekten mutlu olabilir miyiz? "Ne mutlu Türk'üm" cümlesini toplumu germek için değil, göğsümüzü gererek söylemek için:
Darbe, muhtıra, ihtilâl gibi yılın mübarek aylarını lekeleyen oluşumlardan demokrasinin korunması,
Freedom House'ın özgürlüklerin kullanılması ve demokratik sistemin işletilmesi konusundaki notunun 10 olması,
TBMM' nin hiçbir baskı altında kalmadan iş yapması, kurumların kendi sınırlarında kalması ve yasamanın da siyasete alet edilmemesi,
Dinin siyasî malzeme yapılmasından, siyasetin de dinsizliğe alet edilmesinden vazgeçilmesi, böylece gerçek laikliğin uygulanması,
Rejimin tehdit altında olduğu algısından ve bunun kullanılmasının terk edilmesi şarttır.
Bence bu cümleyi AB'liler daha çok hak ediyor: "Ne mutlu Avrupalıyım diyene!" Ya da Japonlar: "Ne mutlu Japon'um diyene!" Peki, açlık sınırında ölüm solukları alıp veren bir Etiyopyalı da desin bakalım "Ne mutlu Etiyopyalıyım diyene!"
Rasyonel olmanın zamanı gelmiş ve geçiyor. Hâlâ duygusallıkla, son yüzyılında hak etmediği boş gururla yapılan ırk övünçlüğü ülkeyi demokratik yapmadığı gibi, karın da doyurmuyor artık. Bir de kalkıp böyle sonu olmayan, ölçülemeyen cümleleri siyasal iktidarları sarsmak, demokrasiye ve yargıya müdahale etmek için yapıyorsak, akıl yürüttüğümüz küçük mutluluklarımız da elimizden uçup gidecek. Haberiniz olsun!
|
B. Sait ÇİFTÇİ
15.05.2007
|
|
Teneffüste ders anlatan öğretmenlerden misiniz?
Öğrencilerin sabırsızlıkla bekledikleri teneffüs zili, hem dinlenmek hem de ihtiyaçları karşılamak için düşünülmüştür. Ders araları öğrencilerin işledikleri konuları tekrar etmelerine, yeni ders için hazırlık yapmalarına yardımcı olur. Bu küçük zaman dilimi, öğrencilerin birlikte ortak çalışmalar yapmalarını sağlar. Çocuklar ders aralarında okulu tanıyarak, öğretmenleriyle bilgi alış verişinde bulunurlar. Öğretmenler de bütün ders boyunca konuşmaktan, hareket etmekten dolayı yorulurlar ve bu zamanı dinlenerek geçirirler.
Öğrencilerin en korktukları durum, dersin teneffüse de sarkmasıdır. Bunun pek çok sebebi vardır. Öğretmen zamanın bir bölümünü sınıfın düzenini sağlamak için harcar. Sınıf ne kadar gürültülüyse dersin başlaması o kadar gecikir. Öğretmen, programa yetişmek için teneffüsü de ders anlatarak geçirir. Ancak unutmamak gerekir ki, dersin sonlarına doğru öğrencilerin dikkatleri dağılır. Teneffüs zili çaldıktan sonra sınıfın düzenini sağlamak mümkün olmaz. Herkes dışarı çıkmak ister ve öğrenciler kendi aralarında konuşmaya başlarlar. Hatta bazı öğrenciler öğretmenin bu tutumuna isyan ederler. Öğretmenin teneffüste anlattığı bilgilerin büyük çoğunluğu boşa gider. Çünkü çocuklar, kendilerini başka işlere verirler. Öğretmenin zorlaması da bir işe yaramaz. Öğretmen diğer ders başlayınca aynı konuyu tekrar etmek zorunda kalır. Bu da öğretmenin motivasyonunu olumsuz yönde etkiler. Konuları bölümlere ayırmak, dersin teneffüse sarkmasını engeller. Öğretmen matematik işlemi yapıyorsa ve zil çalmışsa öğrencilerin o işlem bitene kadar öğretmenlerini dinlemeleri gerekir. Çünkü aradan 15 dakika geçtikten sonra aynı soruya devam etmek mümkün olmaz.
Öğrenciler, teneffüs zilinin çalmasına yakın öğretmeni uyarabilirler. Böylece öğretmen konuyu daha kolay toparlar. Öğrenciler, öğretmenin dersi en verimli biçimde anlatmasına yardımcı olmalıdırlar. Eğitimci hem öğrencileri susturmaya hem de bir şeyler öğretmeye çalışırsa, dersin verimi düşer. Bu sebeple sınıf kurallarına uymak çok önemlidir.
[email protected]
|
Mustafa OĞUZ
15.05.2007
|
|
İşbirliğine dayalı öğrenme yöntemi
İşbirliği düşüncesi insanlık tarihi kadar eskidir. İlkel toplumlarda vahşi hayvan saldırısı tabiî afet v.b. olaylarla başa çıkmak, biyolojik hayatı sürdürmek için avcılık, yiyecek toplama gibi faaliyetler işbirliği ile olmuştur. Bizim kültürümüzde de işbirliğine özel önem verilmektedir. Bu önem "imece" geleneğinde ve "bir elin nesi var iki elin sesi var", "anca beraber kanca beraber" atasözlerinde açıkça görülmektedir.
Bireyler gibi toplumlarda varlıklarını sürdürebilmek için işbirliği yapmak zorundadırlar. Birbirlerinden hammadde alımından felâket zamanlarında dayanışmalarına (İzmit depreminde bu tür olaylar yaşanmıştır), çevre sorunlarını çözmek için ortak bir strateji oluşturmalarına kadar birçok alanda toplumlar arası işbirliği söz konusudur.
İşbirliği gibi işbirlikli öğrenmenin temelleri de oldukça eskiye dayanmaktadır. Birçok öğretmen işbirlikli öğrenme kavramını bilmeden bu yöntemi uygulamış olabilir. Meselâ köy enstitüleri ve birleştirilmiş sınıflarda üst sınıftaki öğrencilerin, alt sınıftaki öğrencilerin öğrenmesine katkıda bulundukları belirtilmektedir. Dewey (1957), işbirliğini demokratik hayatın bir gereği olarak görmekte, işbirliği becerilerinin kazanılabilmesi için sınıfta işbirliğine yer verilmesi gerektiğine inanmaktadır. Böylece öğrenciler yalnızca seçim yapmayı, kararlara katılmayı değil aynı zamanda başkalarının haklarına saygı göstermeyi, onları anlamayı ve başkalarıyla birlikte çalışmayı öğrenecektir.
Sosyal Psikoloji alanında çalışan ve Johnson ve Johnson modelinin temelini oluşturan Deutsch, 1949 yılında yayınladığı ve daha sonra klasikleşen makalesinde sosyal etkileşimi a) yarışma, b) işbirliği ve c) bireysel çalışma olmak üzere üçe ayırmıştır. Bu çalışma sonucunda işbirliği grubunda çalışan üniversite öğrencilerinin yarışma grubundakilere göre daha olumlu etkiler altında kaldıkları ortaya çıkmıştır. İşbirlikli öğrenme ortamlarında üyeler birbirine yardımcı olduğu için hoşlanma, yarışma ortamında ise engellemeye çalıştıkları için hoşlanmama durumları egemen olur. İşbirlikli öğrenme başta ABD olmak üzere birçok ülkede yoğun bir ilgi görmesine rağmen ülkemizde henüz yeni bir konudur. Şu anda çok az sayıda sınıfta uygulanmaktadır.
İşbirlikli öğrenme nedir, ne değildir?
İşbirlikli öğrenme, öğrencilerin küçük gruplar oluşturarak -bir problemi çözmek ya da bir görevi yerine getirmek üzere- ortak bir amaç doğrultusunda birbirlerinin öğrenmesine yardım ederek birlikte çalışma yoluyla bir konuyu öğrenme yaklaşımıdır. Ancak her grup çalışması da işbirlikli öğrenme değildir. Meselâ öğrencilerin yetenek ve başarı durumlarına göre gruplandırılması işbirlikli öğrenme değildir.
Bir grup çalışmasının işbirlikli öğrenme olabilmesi için gruptaki öğrencilerden beklenen hem kendilerinin hem de diğerlerinin öğrenmesini en üst düzeye çıkarmaya çalışmaktır. Bir başka deyişle işbirlikli öğrenme öyle düzenlenir ki gruptaki her üye gruptaki diğer üyeler başarmadan kendisinin de başaramayacağını bilir ve bu sebeple diğer arkadaşlarının öğrenmesine yardımcı olur. Sonunda elde edilen başarı tek tek bireylerin katkısıyla elde edilmiş grup başarısıdır. İşbirlikli öğrenmenin gerçekleşebilmesi için bir gruptaki bireylerin birbirinden bağımsız olarak işin bir kısmını yapmaları da yeterli değildir. İşbirliği için öğrencilerin birbiriyle etkileşerek birbirine yardımcı olması ve ortak bir ürün ortaya koyması esastır…
|
Mehmet GÜLER
15.05.2007
|
|
Aile, toplumun temel direğidir
Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: Annemdir (Abraham Lıncoln). Anne kalbi, çocuğun okuludur (H. F. Beecher). Sevgi insanı birliğe; bencillik, yalnızlığa götürür (Schiller). Herhangi bir evin içine bir bakış, o evde sevgi ya da mutsuzluğun hüküm sürdüğünü size anlatmak için yeterlidir (Balzac). Aile toplumun özüdür, onu tahribe yönelen her şey toplumun tahribine yönelmiş demektir (Bulter). Her aile bir tarihtir, hatta okumasını bilene bir destandır (Lamartine). Çocukları seven, hayatı da sever (Dostoyevski). Babanın erdemleri, çocukların servetidir (Anatole France). Bütün mutlu aileler birbirlerine benzerler, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır (Tolstoy). Bir aile ile bir krallığı yönetme arasında pek büyük bir fark yoktur...(Montaigne). Bir memleketin yükselmesi ev ve aile muhabbetine bağlıdır (Charles Dickens).
|
15.05.2007
|
|
Annemizin yemekleri
Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve gelini için yine mutfağa kapanmış, yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da dâvetliydi. Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler, değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı. Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi. Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift ailelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini gittikten sonra yaşlı kadına: 'Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın, ya da bir sorunun var' dedi. Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi: 'Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla iki de bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kırmayacak.'
|
15.05.2007
|
|
Trafik eğitiminde uygulamaları takip edin!
Trafik kurallarının tam olarak bilinmemesi ya da uygulanmaması sebebiyle ülkemizde çok sayıda kaza meydana gelmektedir. İlk öğretilmesi gerekenlerden biri, emniyet kemeri kullanım alışkanlığıdır. Türkiye Trafik Vakfı verilerine göre emniyet kemeri kullanımı, trafik kazalarında ölüm oranını % 40-50, arka koltuklarda oturanlarda ölüm oranını % 18 azaltıyor. Trafik kazalarında ölümlerin % 25'i araçtan fırlamayla oluyor, emniyet kemeri bu durumun önüne geçiyor. Başka bir araştırmaya göre Türkiye trafik kazalarında ölen 0-14 yaş grubundaki çocuklar sıralamasında ABD, Japonya ve 15 Avrupa ülkesi arasında yüzde 13,3 ile ilk sırada yer alıyor. ABD'de çocukların trafik eğitimine her yıl milyonlarca dolar ayrıldığını unutmamalıyız.
Öğretmenler, okullarında trafik eğitimi ile ilgili aktiviteler gerçekleştirebilirler. Bu kapsamda, 'Emniyet kemeri hayat kurtarır' kampanyası çocuklara anlatılabilir. Geçtiğimiz günlerde trafik haftası sebebiyle Ankara Çubuk'ta ilköğretim okulları arasında bilgi ve resim yarışmaları yapıldı. Okulda sınıflar arası kompozisyon yarışmaları, tiyatro gösterileri ve trafik eğitim merkezlerine kısa süreli geziler düzenlenebilir. Çocukların trafik kurallarını bütün yönleriyle öğrenmelerini sağlayacak, teknoloji ve bilgisayar destekli programlar da oluşturulmaktadır.
|
15.05.2007
|
|
Ders dışı zamanımı nasıl değerlendirmeliyim?
Herkesin çalışma sistemi, yapmaktan hoşlandığı aktiviteler birbirinden farklıdır. Ancak öğrenciler ders çalışma dışındaki zamanlarını nasıl değerlendireceklerini belirlerken zorlanmaktadırlar. Çalışma programı, genellikle bir örneğe bakılarak hazırlanır. O çalışma planında öğrencinin okuldan geliş saati dışında kalan zaman genellikle kitap okumak, müzik dinlemek, televizyon seyretmek gibi çok genel uğraşlarla doldurulmuştur. Öğrenciler de kendi özelliklerini, isteklerini dikkate almadan o programın sadece saatlerini değiştirip uygulamaya çalışırlar. Tabiî, kendi istekleriyle belirlemedikleri için kısa süre içinde uygulamaktan vazgeçerler. Unutmamalıyız ki, kimse bir başkasını çalışma programına göre değerlendirmez. Gençler, programlarına uygulamayacakları hiçbir şeyi yazmamalıdırlar. Meselâ sinemaya gitmeyi sevmediği halde programına 'sinemaya gitmek' yazıp, o zamanı başka işlerle geçiştirirse, kendiyle çelişmeye başlar. Çalışma isteği ve motivasyonu yok olur. En iyi program öğrencinin ihtiyaçlarına cevap verebilen programdır. Sosyal aktiviteler kişinin iletişim yeteneğini güçlendirir. Öğrenciler başka uğraşlar da edinmek istiyorlarsa; satranç, tiyatro eğitimi, diksiyon, bilgisayar v.b. programlara katılabilirler. Zaten bu tür faaliyetler belirli zaman dilimleri içerisinde tekrarlanırlar ve çok uzun ya da yorucu değildirler.
|
15.05.2007
|
|
Ne farkı var ki?
Küçük Murat okuldan gelir ve üzgün bir şekilde, 'Matematik dersinden 1 aldım' der. Babası hemen sorar, 'Nasıl becerdin peki bunu?' Murat anlatmaya başlar, 'Öğretmen 3x2 kaç eder?' diye sordu, ben de '6' dedim. Babası hemen oğlunu onaylar ve 'Fakat bu doğru' der. Murat anlatmaya devam eder; Sonra da '2x3 kaç eder?' diye sordu. Babası alaycı bir tavırla bakarak; 'Ne farkı var ki?' der. Murat da kafasıyla onaylayarak; 'Ben de öğretmene aynı senin dediğini söyledim işte'…
|
15.05.2007
|