Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Umudun kapısı

Umut, izbe köşelere giriftar olmanın kıyılarında, can çekişmenin sancısında. Uğultusu çok uzaklardan geleceğini ilân etmiş; ama kabullenmemek için direnen umut pes etmenin sinyallerini yolladığından beri yürek yaralı ve çaresiz. Niye bu ümitsizlik geldi ve gitmemek için çaba harcamakta. Oysaki hayatın sınavında başına ne gelirse gelsin ümitsizliğe kapı aralanmayacak. O kapı açılsa bile veda niyetini taşıyan bir mektup nasıl buruşturulup yerlere atılıyorsa; ümitsizliğin nasibi de bu olacaktı. Neden şimdi ağıda dönen umut uzaklaşmak ve kaçmak için yollar bulmaya çalışıyor. Bu sınavlar kazanılmayacak kadar zor mu? Yoksa sabır sağa sola dağıtıldığı için gelen diğer acıları kaldıramıyor mu? Nedenler, niçinler cevap bulamamakta veryansın etmekte. Kurşunî bir renge bürünmekte. Onu hep hatırlatan cevaplar gizlenmekte. Hengâmeler altında heybetini gösterse de.

Aslında başımıza gelen her şeye dayanılır. Yeter ki, biz azimli ve sabırlı olalım. Her anımızla bir sınama içinde olduğumuzu unutmadan. Yoksa ümitsizliğin hep bize yaklaştığını, pençesine alıp daha da kötü bir durumlara sokacağını göz önünde bulundurmalıyız. Demek ki, tevekkül hali hep göstermeliyiz.

Umut, sen hep var olmanın saltanatını sürdüreceksin. Gitme hain kışlara. Bırakma en dipsiz kuyulara. Sen olmadan o kuyulardan çıkmak mümkün olur mu? Sen en zor zamanların sığınağısın. Seninle selâmete ulaşırdı acıyla geçen günler. Kandiller en zifiri gecelere seninle yakılırdı. Bir fener gibi yolu aydınlatır ve bundan sonra atılacak adımları sağlam bir şekilde attırırdın. İşte hayatın son noktası denildiği anlarda; en ümitsiz vakıalarda bile ışığını gösterir, gülmeyen yüzleri güldürürdün. Korku, tedirginlik, endişe ve çaresizlik seninle bambaşka anlamlara bürünürdü. Hayatın bütünü bir bohça gibi sarılır, seninle düğümlenir ve yine seninle açılırdı. İşte biz bunu zevalin içinde vâesefalarda öğrendik. Onlar ki, yıkılmanın adı değil, yeniden ve yeniden yaşamanın aynelhayatıdıydı. Umudun asilzade olduğunu işte biz o zaman anladık.

Umudun kapısı bîgâne kalmaz bu dünya yolcularına. Kapalı tutmaz kapısını. Ondan selâmet isteyenlerin, bitimsiz bir saadetidir. Çilehaneden çıkmak isteyenlere, çıkamasa da ona dayanma gücü verir. Hayat serüveninde; çilenin içinde bir lâhzacık anlar yaşatmaz. İsyana, ümitsizliğe çare sunar. Ahir ömrün serencamında güzide bir mektubu okutturur gibi yaşama şevkini verir. Odur nefes almanın diğer adı, odur tam her şey bitti derken nur gibi yetişen, odur hüzüngâhın içinde sevinci gösteren. Her şey alude olmuşken bir yürekte, imtiyaz edilmeyecek kadar karmaşanın endamında boy gösterirken acı; sen umut hayatın gülistanında güller açtırdın. Harâbe gönüllere bir muştu sundun. Cennetasa baharları yaşatan; çünkü teslimiyet vardı mahiyetinde. O’na dayanmanın inanılmaz mucizesi vardı. O varsa her şey vardı. Öyleyse ümit her daim saadet saraylarında, en güzel makamın başköşesinde duracaktır. Bunu gerçekten anladığımızda: umudun kapısı hiçbir zaman kapanmanın hezimetine uğramaz. İnancın gölgesini her daim takip ederken, hangi elem ümitsizliğin darağacına astırır. Tahammülün sınırları zorlansa bile umut başka ülkelere hicret edebilir mi? “buna dayanamam” dediklerimize zamanın aşımıyla dayandığımızı fark ederiz. Buda gösteriyor ki, Yaratıcı kuluna kaldıramayacağı yükü yüklemiyor. Bunu bizzat kendimiz yaşayarak görüyoruz. Umudu kaybetmediğimiz sürece ümitsizlik bizim bileğimizi bükemez.

İnsanoğlu yüz yıllardır nelere giriftar oldu. Ne savaşlar ne katliâmlar yaşandı bu dünya coğrafyasında. Fukaralığın içinde can çekişip şükretmenin nidalarına şahit oldu bu dünya. Tabi ki, isyanlar a oldu. Ama kazananlar ise her hali için şükredenler oldu. Bu dünyadan bahtiyar bir şekilde gitmenin güzelliğini yaşayarak. Bu üç günlük dünyada aslında çok büyütülen acıların bile katlanacak ciheti bulunduğunu fark etmek büyük bir önem taşımakta. Nasılsa her şey geçiciyse bizim yaşadığımız acıda geldiği gibi gidecektir. Zaten ölümle dünyadakiler son bulmuyor mu?!

[email protected]

Fadime KAYA

19.05.2007


Bursa’da bahar

Âlemde bir cümbüş var. Âlemde bir tebessüm… Bahar gelmiş; koluna taktığı bir çiçek sepetiyle. Hoş gelmiş, safa gelmiş. Bahar ümit dolu. Bahar müjde dolu Kış mevsiminde istirahat eden toprak da uyanmış ve açmış gözlerini ilkbaharla. Mevcudat tam bir bayram havasına bürünmüş.

Bahardan selâm var sizlere. Bol bol ümit… Çokça tefekkür buketleri var. Baharın gelişiyle evvela ağaçların dalları renklendi pembe çiçeklerle. Sonra sarı sarı saçlı çiçekler hazır ol vaziyetinde, selâm durdular yüreklere. Baharın merhabasıyla beraber lâleler de çıkageldi bu Osmanlı şehrine. Mor, kırmızı, sarı lâleler… Toprağın kucağından semaya doğru uzanır, rengârenk her bir lâle; gayet asil bir halde. Bu kadar lâle yakışır bir Osmanlı şehrine.

Ömrümde hiç bu kadar lâleyi bir arada görmemiştim. Gözlerim bayram etti neredeyse. Beton yapılar görmekten usanmıştı herhalde. Şu sıralar artan beton yapılara inat erguvanlar da açıyor, etrafa neşe saçıyor.

Sarı saçlı çiçeklerden sonra papatyalar safilikleriyle ve mütevazılığıyla görünüyor gözlere. Gelincikler göz kırpıyor semaya doğru. Bunun üzerine masmavi gülümsüyor gökyüzü. Adı üstünde gök-yüzü-.

Baharda “kutlu bir doğum” var. Ve bu zaman dilimi bu yüzden de bahar. Bir “Kutlu doğum”dan sonra beliriveriyor güller. Güle bakıyorum. “Senin için bülbül olmaya değer Ey gül” diyorum. Gül gülümsüyor mahcup bir eda ile. Kırmızı güllerin başına üşüşmüş kuşlar beni görünce uçuşuyorlar oraya buraya. Turuncu, sarı, pembe güller…

Mayıs’ta iğde kokuları hissettiriyor kendini. İğde çiçekleri. Rüzgâr esintisi ile buluşunca misk kokusu insanı hayran bırakıyor. İğde kokuları, ıhlamur çiçekleri şenlendiriyor âlemi ve âlem içindeki âdemi. Bir san’atlı kudret eli işliyor kâinat üzerinde. Bir hikmet eli tezyin ediyor her yeri. Hakim isminin tezahürü okunuyor. Esma-i Hüsna okunuyor her yerde. Ve bu şehirde baharı yaşamak ayrı bir haz veriyor insana. Bu şehir bir Osmanlı şehri. Osmanlı adımlarını ilk burada atmış. Osmanlının ilk ayak izleri buraya belirivermiş. Ve hâlâ Osmanlının izlerini bu şehirde görmek mümkündür. Bu yüzden Osmanlı şehri diyorum ona. Yeşilliği ile nam salmış diyorlar bu şehir için. Benim için de bilhassa iğde kokusu, ıhlamur çiçekleri, hülâsa baharı ile nama değer bir şehir.

Manevîyatı apayrı bir güzellik katıyor bu şehre. Ulu caminin avlusundayım. Ve bir zamanların Bursa‘sını tahayyül ediyorum. Bu avluda kimler dolaşmıştı? Emir Sultan Camiine kimler gelip gitmişti? Şu geçtiğim yollardan padişahlar geçmişti. Osman Gazi, Orhan Gazi unutulur mu hiç. Bir zamanlar burada Osmanlı yaşardı. Mânâ kokuyor bu şehir. Bu şehir tarih kokuyor. Bu şehir bahar teneffüs ediyor. Yeşil camii Yeşil yaprakların arasından ayrı bir güzel görünüyor. Yeşil Türbede öyle ;ama biraz mahzun sanki. Sebebi türbenin duvarlarına bakınca daha iyi anlaşılıyor. Zira duvarına bakınca el ile kazınmış harfler olduğunu görüyorum. Bazı kısımları yıpranmış.Bu mahzunluk… Belki de bana öyle geldi bilemiyorum…Bu durumu görünce insan üzülüyor haliyle.

Hâlâ Osmanlı havasının tezahür ettiği küçük bir yerleşim yeri Cumalıkızık. Burada bir Osmanlı sükûneti var. Öyle ki mevcudat dahi bu sükûnete ortak olmuş, gayet sakin bir halde. Evler Osmanlı evleri. Sanki tarihten bir yaprak burası.

Her bahar diğerinden daha güzel. Bursa’da bahar ise farklı bir mânâda güzel. Zira ne manevîyatını, ne yanından geçtiğim mor lâleleri, ne de sarı saçlı çiçekleri unutmaya pek de niyetli değil hafızam. Zira her birinden “BİR” imzalı fotoğraf aldım. Hepsiyle bir hatıra fotoğrafı çektim. İğde kokulu, lâlelerle dolu bir bahar vardı Bursa’da. Hülâsa Bursa’da bahar bir başkadır.

Fatma ALTUNER

19.05.2007


Arada bir gitmek

Geçtiğimiz hafta ne zamandır yapmadığım bir şeyi yaptım. Kendimle baş başa bir seyahate çıktım. Yanıma lüzumundan fazla eşya almadan yola koyuldum. Yol boyunca kendimle sohbet etme ve hayatımın muhasebesini yapma imkânım oldu. Ben konuştum, ben dinledim. Kendime yaptığım terapilerden biriydi bu.

Araç hareket ettikçe değişen güzel manzaralar seyrettim bir pencerenin alabildiğince. Yeşil tepelerin birinde olmak istedim, bazen de dağların doruklarında. Değişik renklerdeki çiçeklerin her birindeki san'ata hayran kaldım. Beli bükülmüş seksenlik ninelerin, dedelerin bağda bahçede azimle çalıştıklarını görünce gençliğimden utandım… Kendime bazı nasihatlerde bulundum. Çok çalışmak, bir ânımı bile boş geçirmemek, sürekli okumak, araştırmak alışkanlıklarım arasında ilk sıralarda yer almalıydı.

Sonra, daha önce hiç görmediğim güzel kuşlar gördüm. Onların kendi aralarındaki muhabbeti görünce onlara özendim. Tomurcukları patlayıp çiçekler açan ağaçlar kalbimdeki sevgiyi de patlatıp dışarı taşmasını sağlıyordu. Zaman zaman dudaklarımda tebessüm, bazen de gözlerimde yaş olup taşıyordu. Gitmek, kimi zaman bir şehirden, kimi zaman bir şeylerden ya da birilerinden gitmek… Bütün bunlardan gitse de, bir kendinden gidemiyor insan. Nereye gitse kendi içindekileri de beraberinde taşıyordu. Acılarını, hayal kırıklıklarını, kaybedişlerini, pişmanlıklarını ve daha birçok beraberinde götürmek istemediklerini de götürüyordu.

Bundan kaçış olmadığını yani kendimden gidemeyeceğimi bildiğim için hep güzel hatıraları hatırlamaya, güzel şeyler düşünmeye karar vermiştim. Hem gördüğüm bütün manzaralar neşe ile hayatın gülen yüzünü gösteriyordu. Her şey insanlara hayatı sevdirmeye çalışıyor, hayatı yaşamaya değer kılıyordu.

En çok gitmek istediğim yere, en sevdiğim şehre gidiyordum. Orada beni bekleyen dostlarımın olması mutluluğumu ve heyecanımı daha da artırıyordu. Görmeden sevdiğim, ona dair şiirler, mektuplar yazdığım şehir ile göz göze geldiğimde ayaklarım yerden kesilmişti sanki. Beni bekleyen dostlarımla kucaklaşmamız, saatlere ve günlere sığmayan hasbihallerimiz sevinç gözyaşları olup İstanbul semalarından yeryüzüne akmıştı. Bir yanda hayallerime sığdıramadığım, buram buram tarih kokan, hadis-i şerife konu olan şehir; bir yanda çok sevdiğim, birçok şeyi beraber paylaştığımız dostlarım…

Bütün bu güzelliklerin bir araya gelmesi etrafa dalga dalga pozitif elektrik yayıyordu. İçimde zerre kadar olumsuz bir duygu kalmamıştı. Ne bir üzüntü, ne bir endişe… Dostlara vefa olması gerektiği gibi şehirlere de vefa olması gerekir diye düşünüyorum. En sevdiğim şehir hep en çok ihmal ettiğim şehir olmuştu. Bu ihmalkârlığımı var gücümle telâfi etmeye çalıştım.

Arada bir kendimizle yolculuğa çıkıp uzaklardaki dostlarımızı ziyaret etsek onları sevindirmekle bizim sevincimiz birleşip etrafa gözle görülür bir şekilde muhabbet dalgaları yayacaktır. Üzerimizdeki bütün negatif elektriği atıp, etrafına olumlu enerjiler yayan hayat dolu insanlar olmamızı sağlayacaktır. İmkânlarımız elverdikçe böyle ziyaretleri gerçekleştirip kilometrelerce uzaklara muhabbet dalgaları yaymaya değer.

Mehtap YILDIRIM

19.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004