Duâ etmek insan olmanın en bariz özelliklerinden birisidir. İnsan her ne kadar kendini akıllı, güçlü, yetenekli olarak bilse de, aslında dünyadaki en âciz varlıklardan birisidir. İhtiyaçları pek çok, istidadı çok az, eli pek kısadır. Mars’a mekik gönderir, Ay’a insan indirir, ama gökten bir damla yağmur indirmeye gücü yetmez. Küresel ısınmanın getireceği muhtemel felâketler, çoklarının uykusunu kaçırmaktadır. Bir zamanlar dünyanın bir sonu olduğuna inanmayıp kıyameti inkâr edenler, şimdi kıyamet senaryoları yazıyorlar. Bu kâinatın bir sahibi olduğunu, her şeyin O’nun emri ve iradesi ile hareket ettiğini, sebepler tahtında devam eden hayatın bir gün yine sebepler eli ile sona erdirileceğini bilen iman sahipleri ise, tevekkül ve teslimiyetin verdiği huzur içinde hayatlarına devam etmektedirler. İbadet ve duâlarını da vakti geldiğinde huzur ve huşû içinde yerine getirirler. Bu yağmursuzluğun da bir duâ vakti olduğunu bilerek, şu kuraklık günlerinde yağmur duası yapmak sûretiyle ibadetlerini ifa etmektedirler.
Yağmur duâsı, yağmur yağdırmak için yapılan bir ibadet değildir. Yani “Bu sene yağmur yağmadı, haydi duâ edelim de yağmur yağsın” diye duâya çıkılmaz. Sabah namazını kılarken, “güneş doğsun” diye kılmıyoruz. Sabah namazının vakti girdiği için güneş doğmadan sabah namazını ifa ediyoruz. Ay ve güneş tutulmalarında kılınan namazlar da, bir an önce tutulmalar sona ersin diye kılınmaz. O muhteşem işleri yapan sonsuz kudret sahibini hayret ve takdirle tesbih etmek için namaz kılınır. O zaman anlıyoruz ki, “husuf ve küsuf” namazlarının vakti gelmiştir. Kuraklık olduğu zaman da anlıyoruz ki, yağmur namazı ve yağmur duâsının vakti gelmiştir. Hem bu ibadeti yerine getiririz, hem de âcizliğimizi şefaatçi yaparak Cenâb-ı Hak’kın rahmet ve merhametine iltica ederiz. Sonra da O isterse yağmuru gönderir, istemezse göndermez. Yağmur duâsından sonra yağmur yağmazsa, “Duâmız kabul olmadı” diyemeyiz.
Dünyada sahip olduğumuz nimetleri Rabbimiz bize duâ ve ibadetlerimizin karşılığı olarak vermemiştir. Eğer biz ibadetimize güvenerek O’ndan bir şey talep edecek olsak, ömür boyu yaptığımız veya yapacağımız ibadetler bir damla yağmura karşılık gelmez. Bize her ne nimet vermişse, rahmetinden, lûtfundan ve kereminden vermiştir. Ücret olarak da, kendisini tanımamızı, fikir, şükür ve zikir gibi çok cüz’î bir bedel ödememizi istemiştir. Gerçi Rabbimizin hazineleri sonsuzdur, dilerse dilediği kadar verir ama, biz de bunları tâzimle karşılayıp şükrünü edâ etmekle mükellef olduğumuzu unutmamalıyız. Zira “Şükür nimeti ziyadeleştirir.”
Her türlü nimet ile dolu ve her şeyi ile mükemmel olarak bize teslim edilen dünya gibi bir sarayı hor kullandık, havasını, suyunu, ormanını okyanusunu israf ettik. “Bir ırmak kenarında abdest alırken bile suyu israf etmeyiniz” diye yapılan ikaz-ı Nebî’ye kulak asmadık. Muazzam bir denge içinde olan ekoloji dediğimiz bitkiler, hayvanlar, canlı ve cansız diğer varlıklar arasındaki denge, insan eli ile bozuldu. İnsandaki hırs ve israf, cennet gibi olan dünya sarayını cehenneme çevirmek üzere.
Onun için de Rabbimize ne kadar yalvarsak, tövbe etsek, kusurlarımız itiraf ederek affımızı talep etsek azdır. O Rahmandır, Rahimdir, Kerimdir. Yarattıklarının rızkına da kefildir. Ama insan olarak, bize verilen nimetlerin kıymetini bilmez ve nimeti vereni tanımazsak, bazı felaketlere de müstahak olacağımızı akıldan çıkarmamalıyız.
BULUTLAR
Rüzgârların kanadına tutunmuş,
Bulutlar pürtelâş, nere gidiyor?
‘Yağmur başına arş’ emrine uymuş,
Katar katar, sıra sıra gidiyor.
Rahmetini damla damla indirir,
Yeryüzünün çehresini güldürür,
Bahar vagonuna erzak doldurur,
Bir bahardan bir bahara gidiyor.
İmdadına koşar bahçenin bağın,
Dal ucunda titreyen bir yaprağın,
Hararetten bağrı yanan toprağın,
Yarasını sara sara gidiyor.
Bulutlar var, perde olmuş tül olmuş,
Bulutlar var, bir vadiye oturmuş,
Yamaçların eteğine tutunmuş,
Zirvelere doğru kara gidiyor.
22.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|