Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sami CEBECİ

Küçük dairedeki büyük vazifeler



Yaratılışı itibariyle hem dünya, hem de bütün insanlıkla alâkadar olan insanın, her şeyle bir cihette münasebeti vardır. Sosyal bir varlık olduğundan, hususan teknolojinin gelişmesiyle küçük bir köy hükmüne gelen dünya ve içindeki hadiseler insanı etkiler.

Ancak, büyük ve geniş dairelerdeki olaylar, insanı küçük ve dar dairedeki ehemmiyetli vazifelerinden alıkoymamalı. Fıtraten yükümlü olduğu daimî ubûdiyet ve kudsî hizmetlerini unutturmamalıdır.

Evet, insan bu dünyaya Yaratıcısını tanımak ve ona iman ile ibadet etmek için gönderilmiştir. Dünyanın câzibedâr eğlenceleri ve fantaziyeleri onu bu gaye ve hedeften uzaklaştırırsa, dünyasını berbat ettiği gibi, âhiretini de mahvetmeye sebep olacaktır.

“Ümmetimden bir taife, kıyametin kopma vaktine yakın bir zamana kadar hakkı tutmaya bakacaktır” hadis-i şerifiyle Ehl-i Sünnet Vel Cemaate işâret eden Hazret-i Peygamber (asm), İslâma hizmet noktasına tahşidât yapıyor. Bahsi geçen büyük taife içinde makbul bir grup olan Risâle-i Nur Talebeleri, üstlendikleri misyonlarını asla terk etmemelidirler. Çünkü, Üstad esas gayemizi şöyle tarif eder: “Bizim ve Risâle-i Nurun asıl hedefimiz ve programımız, evvelâ kendimizi sonra vatandaşlarımızı, kabrin tek başına hapsinden ve cehennemin idam-ı ebedîsinden kurtarmak ve bu memleketi de maddî ve mânevî anarşiden muhafaza etmektir.” Bu misyonun gerçekleştirilmesi, ancak tahkikî iman dersiyle olabilir. Yalnız kendi imanlarını değil, başkalarının da imanlarını kurtarmak ve muhafaza etmekle mükellef olan Nur Talebeleri, dar dâirede Risâleleri devamlı okuyarak, günlük Kur’ân ve Cevşen okumalarını sürdürerek mâneviyatını zenginleştirmekle bu vazifeyi ifa edebilirler. Kendisine hayrı olmayanın başkasına ne faydası olabilir ki?

İnternet, televizyon ve sair cihazların, insanların en kıymetli sermayesi olan zamanlarını değirmen gibi öğüttüğü bir zamanda, Ankara’nın bir çok hizmet mahallerindeki arkadaşların Risâle okuma kampanyaları düzenlediğini gördüm. Bir mahalde herkese aylık okuma listesi dağıtılıyor, günlük okumalar listeye kaydediliyor. Böylece o mahallin aylık okuduğu toplam sayfa ortaya çıkıyordu. Altı bin sayfa okunmuşsa, öbür ay daha fazla okumak için çıta yükseltiliyordu. Aynı zamanda Kur’ân hatimleri de devam ediyordu. Diğer mahallerin değişik okuma usûlleri vardı. Hepsinin maksadı Risâleleri bir kampanya havasında okumak ve toplumla paylaşmaktı.

Nur Talebelerinin meşgul oldukları vazife, yeryüzündeki en büyük hadiselerden daha büyüktü. Çünkü, ehl-i dünyanın vazifeleri fâni hayata bakıyordu. Bizim vazifemiz ise, bâki olan ahirete yönelikti. Onların en büyük vazifeleri bu yüzden bizim en küçük vazifemize denk gelemezdi. Madem onlar divaneliklerinden bize ilgi duymuyordu. Neden biz onların işlerine vazifemiz zararına bakıyorduk? Bize ve merakımıza vazifemiz içindeki mânevî zevkler kâfi gelmeliydi. Vazifelerimiz arasında, geniş dairede ve ülkemizde gelişen olaylar bizi ana çizgimizden uzaklaştırmamalıydı. Bir şey vukua geldikten sonra, ruha dokunan kaba ve şer cihetine bakmak değil, müsbet ve hayır olan cihetinde yorum yapmak mesleğimizin hususiyetlerindendi. “Sizin kerih gördüğünüz, beğenmediğiniz şeyde sizin için hayır vardır; sevdiğiniz şeyde de şer vardır, lâkin siz bilmezsiniz” meâlindeki âyet rehberimizdi. Biz kendimize ait olan kudsî hizmetlerin hakkını vererek yapmalı ve rahmet-i İlâhiyenin celbine çalışmalıydık. Diplomatların ve siyaset adamlarının vazifelerine karışmamalıydık. Biz kendi vazifemizi yaparsak, Cenâb-ı hak geniş dairelerdeki hoşumuza gitmeyen gelişmeleri dahi lehimize döndürebilirdi. Hadiselerin gelişme seyri ne olursa olsun, nihayet Bediüzzaman’ın dediği noktaya gelecekti. Çünkü o, rast gele konuşmuyordu. Hayatın geniş dairelerinde de vazifesi vardı.

Hafta sonu, Geredeli ve Ankaralı gönül dostlarımızla yaptığımız geniş katılımlı sohbetlerimiz bu minval üzerineydi. Kendi bakış açımızla değil, Nur Risâlelerinin gözüyle olayları değerlendirmek, hem akıl ve kalp cihetiyle rahatlığa, hem de kudsî vazifeye hakkıyla sahip çıkmaya vesile oluyordu.

16.05.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (09.05.2007) - Fedâkârlık

  (02.05.2007) - Hırs duygusu

  (25.04.2007) - Adana ve Antakya konferansları

  (18.04.2007) - Merhamet hissinde ölçü

  (11.04.2007) - Duygular dünyasından şefkat hissi

  (14.02.2007) - Enfüsî tefekkür ve akıl nimeti

  (07.02.2007) - Musibetlerdeki mesaj

  (24.01.2007) - Ödemiş ve Tire ziyaretleri

  (03.01.2007) - Dünyaya ve âhirete çağıranlar

  (27.12.2006) - Dünyevîleşme hastalığı

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004