Bugün 16 mayıs 2007...
Bundan tam 7 yıl önce bugün Çankaya Köşkü’nde bir devir teslim töreni vardı.
Ahmet Necdet Sezer, görevi düzenlenen bir törenle 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den devralmıştı.
Türkiye’de demokrasi normal işlese bugün Çankaya Köşkü’nde bir devir-teslim töreni daha yapılacak Sezer görevi Meclis’in seçtiği yeni Cumhurbaşkanına devredecekti.
Kimin geldiği kimin gittiği değildi önemli olan.
Önemli olan Türkiye’de Çankaya, kansız ve kavgasız el değiştirecekti.
“Kapı çalındığında gelenin sütçü olduğundan emin olduğun rejimin adıdır” diye tarif etmişlerdi demokrasiyi.
Bırakın çalınan kapıdan gelenin sütçü olduğundan emin olmayı, oyların sayımı değiştirildi, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı türlü tertip ve hilelerle elinden alındı.
7 yıllık cumhurbaşkanlığı süresince, halkıyla kucaklaşamayan bir Ahmet Necdet Sezer oturdu Çankaya Köşkü’nde. Ve hâlâ oturmaya devam ediyor.
Laikliği dindarların tepesine vurmak için bir gürz, Çankaya’yı halka kapatmak için bir kamusal yasak alanı olarak kabul etti.
Çankaya’ya çıktığında ilk iş olarak halefleri Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in başlattığı iftar uygulamasına son verdi, başörtüsünü kamusal alan ilân ettiği Çankaya’ya sokmadı.
Başbakanın ve cumhurbaşkanına vekalet eden TBMM Başkanının eşinin başı kapalı olduğu için giremediği bir alan olup çıktı Çankaya Köşkü...
Tek bir uluslar arası zeminde başarısı olmayan ve ülkede gerilim üretmekten, dini dışlayıcı tutum takınmaktan başka bir özelliği olmayan Sezer, süresini doldurmasına rağmen Çankaya Köşkü’nde oturmaya devam ediyorsa, bu işte bir vebâl var demektir.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin tek bir galibi var; o da CHP.
Elbette ki; Cumhurbaşkanı seçtirmek öncelikle iktidarın göreviydi. Şurası açık ki, AKP bu süreci başarılı bir şekilde yönetemedi. 353 milletvekili varken, Cumhurbaşkanı seçtiremeyen bir parti olarak tarihe geçti.
“Zor oyunu bozar” derler. Öyle oldu. Demokrasiyle, hukuk devletiyle bağdaşmayan işler yaşandı.
Gelinen noktada baş döndürücü bir gelişme yaşıyoruz. Bu ne derece sağlıklıdır kuşkularım var. Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle birlikte Türkiye hızla bir türbülansın içine girdi.
Erken seçim kararı, anayasa değişiklikleri, mitingler, partilerin birleşme kararları, seçim işbirlikleri derken kimi zaman son 5 yılın işi bir güne, kimi zaman son 50 yılın işi birkaç tura yığıldı.
Demokrasimiz bu süreci içselleştiremeden güçlü bir irade tarafından bir yöne doğru sevk ediliyor. Öyle ki 4.5 yıldır iktidarda olan bir parti yaptıkları ve yapamadıklarıyla değil, mağduriyeti ve muhtıra karşısında elde ettiği pozisyonu ile tartılıyor.
“12 Mart olduğunda muhtıra bana karşı verilmişti deyip, CHP Genel Sekreterliği’nden istifa ettiğimde aydınlar, ‘Toprak reformu yapacaklar, bizim istediğimiz reformları gerçekleştirecekler, neden karşı çıkıyorsun?’ diye bana çıkışmışlardı. Ankara artık boğucu bir hâl almıştı. Köylüye gittim, halktan başladım” diye anlatmıştı 12 mart 1970 sürecini Bülent Ecevit...
CHP tarihinde en yüksek oyu 1973 seçimlerinde yüzde 33.3, 1977 seçimlerinde ise yüzde 41.4’le Karaoğlan döneminde almıştı.
Muhtıraya karşı çıkmak Ecevit’i CHP tarihinde görülmedik oy oranlarına taşıdı.
27 Mayıs’tan sonra DP’nin devamı olan partiler AP+YTP yüzde 48.5, 1965 seçimlerinde AP tek başına yüzde 52.9, 1966 senato seçimlerinde AP yüzde 56.9 oy aldıysa bütün bunlar ihtilâle boyun eğmedikleri içindi.
Mağdur ve mağrurdular...
CHP lideri Deniz Baykal’ın, 27 Nisan muhtırasından sonra AK Parti’nin oyları azalır demesi beni buraya götürdü. Azalır ya da artar. O ayrı. Ama burada çok ince bir çizgi var. 12 Mart Muhtırasından sonra Demirel, meclisi açık tutabilme adına 12 Mart hükümetlerine bakan vermişti. Aynı şekilde 28 şubat sürecinde Erbakan, milletin kendine teslim ettiği emaneti taşıyamadığı ve dik durmayı başaramadığı ilk seçimde beklediğini bulamadı. “Bunlar ürkek, MHP erkek” diye seçmenin Devlet Bahçeli’nin partisine yönelmesinin altında yatan hikmet buydu.
7 yıl önce Ahmet Necdet Sezer’in seçilme süresi Fazilet Partisi’ni çatlatmış, AK Parti’nin kuruluş tohumlarının atılmasına sebep olmuştu. 7 yıl sonra Cumhurbaşkanlığı süreci bir yandan AKP’nin karizmasını çizerken, diğer taraftan da siyasetin hayat öpücüğünü kondurdu.
Ama bu öyle bir sarsıntı ki, CHP ile DSP’yi bir birine tokuşturdu, DYP ile Anavatan’ı Demokrat Parti çatısı altında buluşturdu. Sanmayın ki bu iş burada kalır. Yaşadığımız müthiş bir sosyal fay kırılması hadisesi. Bunun sonuçları da hafif olmaz.
16.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|