Televizyonla ilgili olarak yapılan eleştirilerin dozu, her geçen gün biraz daha artıyor. Son günlerde yapılan bir değerlendirmede, televizyon “uyuşturucu”ya benzetildi. Ancak bir farkla: Bu “uyuşturucu” kanunlara uygun, “legal” bir düşman. Hem de evlerin “baş köşesi”nde en fazla itibar gören bir “eğitici” gibi duruyor.
Kamuoyunda “uyuşturucu” diye isimlendirilen maddelerin, gerçekte “öldürücü” olduğunu da unutmadan, televizyonların sebep olduğu “zarar”ları kısaca hatırlamakta fayda var.
Bir değerlendirmede şöyle denilmiş: “Bugün apolitikliğinden şikâyetçi olunan o gençlerin hepsi, biriciğimiz, kıymetlimiz, üzerine örtüler örtüp pamuklara sarıp sarmaladığımız, akrabamıza, eşimize, dostumuza yeğ tuttuğumuz ve hâlen ısrarla başımıza taç ettiğimiz televizyonumuzun çocuklarıdır.” (bianet.org, 12 Mayıs 2007)
İngiltere’de yapılan bir araştırmada da, 5 yaşın altındaki çocukların yarısının cümle kurmayı öğrenemediği ortaya çıkmış. Araştırmaya göre, televizyon karşısında saatlerce duran çocuklar aileleriyle yeterli iletişim kurmuyor ve kişisel gelişimi engelleniyor. (Sabah, 12 Mayıs 2007)
Bir başka uzmanın tesbiti de şöyle: “Çocuğun sosyal gelişiminin gerçekleşebilmesi için diğer çocuklarla oynaması, konuşması, onlara dokunması yani başka çocuklarla iletişim içinde olması gerekir. Sürekli televizyon izleyen çocuklarda bu etkileşim olamıyor.” (Yeni Aktüel dergisi, 18-24 Ocak 2007)
Bir ‘bilgi’ de RTÜK araştırmasından: RTÜK’ün, 2004 yılında 5 bin 360 kişi üzerinde yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de günlük televizyon izleme süresi ortalama dört saat. Aynı yıl, özel kanallarda yayımlanan filmlerin şiddet düzeyini ortaya koymak üzere yapılan araştırmada da şöyle bir tablo ortaya çıkmış: Beş televizyon kanalında gösterilen 80 film izlenmiş. Bu filmlerin toplam sürelerinin yüzde 33’ü şiddet içeriyormuş. (agd.)
Bunca şiddet görüntüsüne maruz kalan çocukların ve gençlerin ‘sakin’ olmasına imkân var mı? “Rüzgâr eken fırtına biçer” misâli, televizyonlara emanet edilen çocuklarımız da izledikleri şiddet ve dehşet sahnelerinden paylarına düşeni alıyor. Neticede, sokak ve okulda da desteklenen bu durum, arzu edilmeyen neticeleri doğuruyor.
Peki bu ‘düşman’a karşı nasıl mücadele edeceğiz? Gönül arzu ediyor ki, büyük ölçüde zararlı programlarla dolu olan bu âlet, evlerimize girmesin. Az sayıda da olsa TV girmeyen evlerimiz de var. Ama televizyonlar büyük ölçüde evlerin baş köşesinde, en saygı duyulan kişi konumunda ‘öğüt’ vermeye devam ediyor. (TV’ye lâf atarken, internet dünyasındaki tehlikeleri evimize taşıyan ‘bilgisayar’ları da unutmuyoruz.) O zaman, çocuğunun televizyon izlemesine sınır getirmek isteyen anne babalar için tek bir yol/seçenek kalıyor: Anne babalar, kendileri TV bağımlısı olmayacak!
Öyle ya, kendimiz TV’ye teslim olduktan sonra çocuklarımıza “TV’nin zararlı olduğunu” anlatabilir miyiz? Anlatsak, onları ikna edebilir miyiz?
Televizyonları ‘baş köşe’den ‘dip köşe’ye atabildiğimiz ölçüde zararı en aza indirebiliriz. Aksi halde tehlike devam ediyor demektir...
16.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|