14 Mayıs, Türkiye siyaset tarihi açısından çok önemli bir tarih. Bu tarihte, uzun yıllar süren “tek parti” iktidarlarına son verilmiş, demokrasiye ve milletin ‘rey’ine değer verilen yeni bir dönem başlamıştır.
Genç nüfusa sahip olmakla haklı olarak övünen Türkiye’de, yakın tarih ve özellikle de 1950 öncesi “tek parti iktidarları dönemi” tam olarak bilinmiyor. İnsanoğlu, ‘unutma’ hastalığıyla hastalıklı olduğu için; değil 1950 öncesini, neredeyse 28 Şubat 1997 tarihinde yaşananları dahi unuttuk!
Ecdadımızı, Osmanlı dönemini yeterince tanımadığımızı ifade ederiz; ancak en az onun kadar ‘yakın tarih’imizi de bilmiyoruz. ‘Yakın tarih’i tam anlamıyla bilmeyişimizde çeşitli sebepler var, ancak en başta kendi tembelliğimizi itiraf etmeliyiz. Bu konuda yazılan eserler olmakla beraber, yeterli olduğunu ve herkesin bunlara ulaşabildiğini söylemek de zor.
Belki bildiğimiz, ama ‘unuttuğumuz’ bir gerçek var: Türkiye Cumhuriyeti, 1950 yılına kadar ‘tek parti’ ile yönetildi. İlk defa 1946 seçimlerine ‘ikinci bir parti’ seçimlere girebildi. Bu tarihe kadar yapılan bütün seçimlerde sadece bir parti vardı ve seçimler de baştan sona göstermelikti. “Değildi, bu tarihten önce de çok demokratik ve yarışa dayanan bir seçim vardı” diyen birileri çıkabilir mi?
CHP’nin başlangıçtaki ismi olan Cumhuriyet Halk Fırkasından başka ikinci bir ‘parti’ye müsaade edilmemişti. Bir iki ‘deneme’ yapılmış, ancak milletin yeni kurulan ‘alternatif/ muhalif’ partilere gösterdiği teveccüh, ‘tek parti’ iktidarını ürkütmüş ve bu partiler seçimlere katılamadan bir şekilde kapatılmıştır.
Bu tarihî gerçeği gizleyemeyenler ‘kılıf’ hazırlar ve hâlâ okullarımızda okutulan ders kitaplarında, “Türkiye’nin şartları müsait değildi, bunun için çok partili hayata geçilemedi” anlamında bahaneler uydururlar.
Aslında bu görüşe sahip olan siyasî partilere bugün de rastlıyoruz. “Türkiye’nin şartları müsait değildi”nin Türkçesi, “Bu millete güvenilmez. İktidarı kime vereceği belli olmaz, ne olur ne olmaz koltuklara sıkı sarılalım” demek değil midir? Nitekim koltuklarına sıkı sarılanlar millet nezdinde ‘sıfır’ itibar sahibi oldukları için; yapılan ilk hür ve demokratik seçimde öyle bir ‘şamar’ yediler ki bir daha iflâh olup tek başına iktidar yüzü görmediler.
Her gündeme geldiğinde şu ‘bilgi’leri tekrarlamakta fayda var: İlk defa, 1946 yılında yapılan seçime ‘iki parti’ girmiştir. 14 Mayıs 1950 seçimlerinden önceki ‘seçim’lerde “açık oy ve gizli tasnif” yapılmıştır. Tekrarlayalım: Oylar açık bir şekilde, ‘jandarma’ların gözü önünde atılmış ve fakat bu oyların sayımı “gizli” yapılmıştır! Peki, bu uygulamanın millet iradesini yansıtması mümkün müdür? Doğrusu, oyların gizli atılması ve bunların sayımını açık yapılması değil miydi? İşte bu uygulamanın altında da “bu millete güvenilmez” anlayışı yatıyor.
“Bu millete güvenilmez” diye düşünenler bugün de “Cumhurbaşkanı seçmek millete bırakılamaz” diye kampanyalar açıyor. “Tek parti” anlayışını devam ettiren bu düşünce sahiplerini, milletin tercihine saygıya devam etmek lâzım. Türkiye hür ve demokrat bir ülke olacaksa —ki inşallah olacak— o zaman milletin dediği olacak.
Millet iradesine saygı duyan bütün partiler, önümüzdeki seçimlerde “Kim tek parti devrine dönmek ister?” sorusunu gündeme taşısın. Ki, tercihler netleşsin...
14.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|