12 Eylül darbesi yapılalı yıllar olmuştu ama bulunduğum bölgede sıkıyönetim devam ediyordu. Ve buna bağlı olarak il ve ilçelerde, hatta buralara bağlı belde ve köylerde de askerî bir idare söz konusu idi.
Sıkıyönetimin kendi kurallarının bir gereği olarak, il veya ilçedeki sıkıyönetim komutanları oradaki bütün resmî kurumların da bir nev'î âmiri durumunda idiler. Yani sıkıyönetim komutanları veya komutan yardımcıları, istedikleri zaman resmî kurumları kontrol ve denetimden geçirirler, kendilerince tesbit ettikleri eksik ve aksaklıkların derhal giderilmesi için kurum âmirlerine bildirirler. Tabi bu nev'î muameleler, askerce yani sert bir şekilde uygulanırdı.
Meselâ ilçedeki kurum âmirleri ve memurlar evvelâ ilçe sıkıyönetim komutanına karşı sorumlu olurlardı, daha sonra kaymakama karşı sorumlu idiler.
Bu meyanda sıkıyönetim komutanları, hemen bütün amir ve memurların mesâiye uyup uymama durumlarını, çalışma performanslarını, hatta kılık kıyafetlerinin şekil ve biçimlerini kontrol eder, takip eder, gerekli emir ve telkinatları sözlü veya yazılı bir şekilde tebliğde bulunurlardı. Emir ve yasaklara uymayan veya uymakta geciken âmir ve memurları en sert şekilde uyarır, ikaz eder; buna rağmen emirleri çiğneyip hizaya gelmeyenleri, durumlarına göre ya sürgüne gönderir veya daha ağır cezalara çarptırırlardı.
Yalnız bir istisna olarak, kaymakamlar, valiler ve yargı mensupları olan hâkim ve savcılar bu çeşit uygulamaların dışında tutulurdu çoğu zaman.
Lâkin kanun ve yönetmelikler öyle de olsa askerî yetkililerin bir çok uygulamalarında çoğu zaman kanun ve yönetmelikler de hemencecik rafa kaldırılır; oradaki komutanın anlayışına göre hiç olmayacak gayr-ı kanunî, keyfî uygulamalar yapılırdı. Bu nev'î uygulamalardan valiler de, kaymakamlar da, hâkim ve savcılar da hisselerini alırlardı.
Meselâ bir defasında ilçe sıkıyönetim yetkilisi olan astsubay, hükümet binasında kendine göre gerekli kontrol ve denetimleri yaparken, adliye koridorunda âniden bir gürültü ve arbedenin olduğunu gören oradaki memurlar, astsubayın bir hâkimin yakasından tutup sürükleyerek “Ulan ne diye mesâiye uymuyorsun? Hâkim olduğuna mı güveniyorsun? Gösteririm sana..” diyerek hâkimi tartakladığını görüyorlar. Bağımsız bir yargı mensubu hâkime böyle davranma cesaretini gösterebilen bir astsubay, hiçbir özelliği olmayan diğer sıradan memurlara neler yapmaz ki...
Yine başka bir zaman, başka bir sıkıyönetim yetkilisi asteğmen, bir er ile kaymakamdan makam arabasını derhal göndermesini istedi. Kaymakam da haklı olarak bu emri yerine getirmeyip, makam aracını vermeyince, daha başka bahaneler ileri sürülerek, kışın ortasında başka bir ilin vali muâvinliğine tayini çıkartılarak sürgüne yollandı.
Evet şimdi bütün bunlar nereden aklıma geldi ve niçin bunları nazarlarınıza sunmak istedim? Elbette öylesine iç karartıcı darbe hatıralarını önünüze getirip moralleri bozmak değil niyetim.
Bir asra yaklaşan cumhuriyet tarihimizi bilen her vatandaşın malûmudur bu ve benzeri acı hatıralar. Hatta anlatmaya çalıştığım olayların daha garibini, daha dehşetlisini yaşamıştır bu ülkenin insanı...
Şu anlattıklarımın yaklaşık çeyrek yüzyıllık bir mazisi var. Bu gün itibarıyla dönüp arkama baktığımda Türkiye’de demokrasimiz adına ne gibi değişikliler oldu acaba? Müsbet mânâda, ümit verici hangi adımlar atıldı?
Elbette şimdi ülkemizde bir askerî idare yok ve sıkıyönetim de yok. Asteğmenler artık kaymakamlara emir yağdırmıyorlar, astsubaylar mahkeme koridorlarında hâkimleri, savcıları artık tartaklamıyorlar...
Velâkin ülkemizin hâlen bir darbe anayasasıyla yönetiliyor olması kabul edilebilir bir durum mudur? Bahsettiğim her darbe hatırasının o zamanki destekçileri ve müsebbiblerine bugüne kadar hiç bir kanunî uygulama yapılmadığı için, hâlen istedikleri konularda ahkâm kesmiyorlar mı?
Daha açık bir ifade ile, bu ülkede hâlen askerin açık ve örtülü yetki ve selâhiyetleri mi çok; yoksa tek başına iktidarı elinde bulunduran sivil hükümetin mi?
20.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|