Şu günlerde farklı bir heyecan yaşıyorum.
Ulaştığım birkaç belge, elde ettiğim iki telgraf metni ruh dünyamda bambaşka titreşimler yaptı.
Benzer heyecanı, “Ankara Siyaseti ve Said Nursî” isimli eseri hazırlarken yaşamıştım.
Bir telâş, bir telâş.
Hazreti Üstad’la ilgili olarak ulaştığım her gazete kûpüründen birkaç takım fotokopi çektirmiştim.
İsmet İnönü ne demiş? Üstad Ankara’ya gelince ne yapmış? İstanbul’a gidişini gazeteler nasıl vermiş? İstanbul’da resminin çekilmesi üzerine ne yapmış? Ankara’daki son dersi ne olmuş? Menderes’in açıklamasında ne yer almış? Isparta’dan Şanlıurfa’ya uzanan “Vuslat” yolculuğunda neler yaşanmış?
Müthiş bir heyecanla, ellerim titreyerek tutmuştum o belgeleri. Sanki her haber yeni bir hazinenin gün yüzüne çıkarılması kadar ruh dünyamda patlamalara sebep olmuştu.
Kimi sevdiğim dostlarıma o gazete kupürlerini gösterirken, yaşadığım duyguların tarifi imkânsızdı.
Mesajlarından korkan darbeci ruhlar mezarına bile tahammül edememiş, 27 Mayıs’ın ilk icraatlarından biri Üstad’ın kabrini kaçırmak olmuştu.
Bayram Yüksel Ağabey hayattayken, Said Özadalı’nın yardımlarıyla, bir televizyon ekibiyle birlikte Isparta’da o vefat yolculuğunu anlattırmıştık. O zaman kafama takılmıştı kayıp mezar. Sonra onun belgelerine ulaşmak da nasip oldu.
Menderes ile İnönü arasındaki Said Nursî kavgasını Demirel ile İnönü arasındaki Said Nursî atışmaları ile tamamlayıp, mütevazı bir eser haline getirebilmiştim.
Şimdi ulaştığım birkaç belge ise Devlet Arşivleri’nden. Kemal Benek kardeşimde de varmış.
1947’de Hasan Saka, 1949’da Şemseddin Günaltay hükümetlerinin bazı Risâleleri yasaklama kararları girmiş devletin arşivine. Ancak Cumhurbaşkanının onayladığı, altında Başbakanın ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzasının bulunduğu Bakanlar Kurulu kararında eserlerin bazılarının ismi yanlış yazılmış.
“Hacematı site” deniliyor, “Hücumat-ı Sitte” isimli eser için. Devlet işte böyle titiz çalışmış! İkisinde de Cumhur reisi İsmet İnönü… Bediüzzaman’la İnönü’nün bitmeyen mücadelesi…
Sonra iki telgraf var. O telgraflardaki samimiyet aldı götürdü beni.
“Sırrı İhlâs” ne kadar önemli, ne kadar gerekliymiş. Kuru bir telgrafı bana öğretmen eyledi. Ders aldım ondan.
“Sayın Adnan Menderes Başvekil- İstanbul” diye başlıyor, 22 Mart 1960 günü Şanlıurfa’dan çekilen telgraf. Altında, Sabri Küçük’ün imzası var. Kadıoğlu Mah. DP Ocağı Ocak Başkanı imzası yer alıyor.
“Mübarek misafirimiz Said-i Nursî gayet hasta olup yola çıkacak halde değildir. Ölüm halinde ahir hayatında Urfamıza şeref vermesi hepimiz ve bilhassa iktidarı memnun edecekken, onun cebren buradan ayrılmasına tevessu etmek hiçbir kanun ve insaf kabul etmeyeceğinden bu müdahalenin kaldırılmasını arz ederiz” diyor telgrafta.
Şanlıurfa’nın diğer ileri gelenleri de Başbakan Menderes ve dahiliye Vekili Namık Gedik’e benzer telgraflar çekmişler.
Bugünlerde herkes farklı duygular içinde. Milletvekili aday adayı olanlar, olumlu bir işaret aldı mı yere göğe sığmıyor. Beklediğini bulamayanlar müthiş bir hayal kırıklığı içinde.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde verilen “demokrasi imtihanı” merkez sağda farklı, solda farklı etkilere yol açtı. Tabanda, tavanda müthiş bir tartışma yaşanıyor.
Geçen sefer Demirel’in yeniden seçilmesi ve Sezer’in Cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşananlar Fazilet Partisi’ni ortadan ikiye bölmüş, yenilikçiler hareketi daha sonra AK Parti adını almıştı.
Bu kez, “Dindar cumhurbaşkanı seçtirmedik” havası var solda. Cumhuriyet mitingleriyle birleşince, müthiş bir zafer havası yaşıyor siyasetin sol kanadı. Bu inançla CHP ile DSP’yi birleştirmeye çalışıyorlar.
***
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ülkeyi rejim krizine sürükleyen AK Parti ile CHP, bağımsız adaylar söz konusu olunca nasıl işbirliği yaptılar?
Yüreğim Üstad’la ilgili belgelere ulaşmanın heyecanıyla pır pır atarken, misyon tartışması gibi çok ciddi konuların duyguların böylesine kabardığı bir ortamda yürütülmesinden yana değil. Menfaat üzerine dönen bir siyaset de, elması kömüre, kömürü elmasa çeviren ihlâsı zedeleme tehlikesi büyük.
Bırakın birilerinin iktidar, birilerinin vekil, birilerinin bürokrat olmasını, dünyayı verseler değişmeyeceğimiz ihlâsa zarar verme ihtimali var.
Bu yüzden elmas kıymetindeki eserlere, büyük Üstada ve hizmete bakıp, büyük ölçüde çıkarlar ve menfaatler üzerine dönen siyaset uğruna ona zarar vermememiz gerekiyor.
Hepimiz bir birimize lâzımız. Risale-i Nur ve Üstad bize her zamankinden daha çok lâzım.
Bu yüzden önce kendimiz için, “sağduyu” diyor benim küçük yüreğim.
18.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|