|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
“Muhakkak ki sonunda Rabbimize döneceğiz.”
Zuhruf Sûresi: 14
|
18.05.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
İdareci olduğunuzda iyilikle muâmele edin. İdâreniz altındakilerin kusurlarını affedin.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 150
|
18.05.2007
|
|
Propaganda-i siyâset, yalana fazla revaç verdi
..siyâset-i hâzıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytânât, içine girmiş ki, vesvese-i şeyâtîn hükmüne geçmiştir.
Sözler, s. 445
***
..git gide ve gele gele sıdk ve kizb ortasındaki mesafe azala azala, omuz omuza geldi; bir dükkânda ikisi beraber satılmaya başladığı gibi, ahlâk-ı içtimâiye bozuldu. Propaganda-i siyâset, yalana fazla revaç verdi.
Sözler, s. 452
***
Kur’ân-ı Hakîmin hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde bir ulviyeti var ki, çoğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzüle meydan vermiyor.
Mektubat, s. 52
***
Dokuz on sene evveldeki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki, o yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık; ve bilmeyerek ecnebî parmağına âlet olmak ihtimali var.
Mektubat, s. 64
***
..ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâli değildir.
Mesnevî-i Nuriye, s. 78
***
Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; Şark ve Garp kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki, gaddar siyaset ve zâlim propaganda birbirine karıştırmış, beşerin kemâlâtını da karıştırmış.
Hutbe-i Şamiye, s. 51-52
***
..garplılaşmak ünvanıyla, İslâmiyet milliyetinden istifade yerine, bütün bütün kuvve-i mâneviyeyi kırıp ve teselliyi mahveden ve metanetini kıran dalâlet ve sefahete ve yalancı politika ve siyasete dayanmak, ne kadar maslahat-ı beşeriyeden ve menfaat-i insaniyeden uzak bir hareket olduğunu, pek yakın bir zamanda intibaha gelmiş, başta İslâm olarak, beşer hissedecek. Dünyanın ömrü kalmışsa Kur’ân’ın hakaikine yapışacak.
Hutbe-i Şamiye, s. 78
***
..gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakiki sûreti görünmesiyle; elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak...
Sözler, s. 140
Lügatçe:
siyâset-i hâzıra: Şimdiki siyaset.
vesvese-i şeyâtîn: Şeytanların vesvesesi.
sıdk: Doğruluk.
kizb: Yalancılık.
ahlâk-ı içtimâiye: Sosyal ahlâk.
propaganda-i siyâset: Siyaset
propagandası.
revaç: Sürüm, geçerlik, rağbet.
fevkinde: Üstünde.
beyhude: Boşuna.
meşkûk: Şüpheli.
hatarlı: Tehlikeli.
ahval-i siyasiye: Siyasî haller
hâli: Bir şeyden uzak, müstesna.
küfür: Allah’ın inkâr, inançsızlık.
nar: Ateş.
kemâlât: Olgunluklar.
dalâlet: Hak yoldan sapma.
sefahet: Yasak şeylere, zevk ve eğlenceye aşırı derecede düşkünlük.
maslahat-ı beşeriye: İnsanın faydasına olan işler, şeyler.
menfaat-i insaniye: İnsanın menfaati.
intibah: Uyanma.
hakaik: Hakikatler.
siyâset-i rûy-i zemin: Yeryüzü siyaseti.
şimâl: Kuzey.
emâre: Alâmet, nişan, eser.
nev-i beşer: İnsanoğlu.
mâşuk-u mecâzî: Mecazî sevgi, mecazî olarak ilgi duyulan, sevilen; mecazi sevgili.
fıtrat-ı beşer: İnsanoğlunun fıtratı,
tabiatı.
hayat-ı bâkiye: Sonsuz hayat, ahiret.
|
18.05.2007
|
|
Fil Sûresi’nden günümüze yansımalar (2)
––Dünden devam––
İkinci âyette; “Elem yec’âl keydehüm fî tadlîl” (Düzenlerini boşa çıkarmadı mı?) denerek Allah’ın, Ebrehe’nin yaptıkları üzerine bazı(!) şeyler yaparak onun planlarını boşa çıkardığı ifade edilmektedir. Bu da, bize düşman, ne kadar hazırlıklı, düzenli, planlı, programlı gelse de onu çeşitli (bazı) planlarla karşılamak gerektiğini ders vermektedir.
Kavramlar, nesneler izâfîdir, görecelidir, değişkendir. Herkesin doğrusu, güzel gördüğü, iyisi farklıdır. Bu farklılıklar, dine, kültüre, coğrafî yapıya v.s. göre değişir.
İşte, Ebrehe’nin planı da, onun doğrusu da, büyük fillerle Kâbe’yi yıkmaktı. Fakat Allah, Ebrehe’nin planını, programını bozmuştur.
İşte günümüzde de, insanlar farklı düşüncelerde olduğundan herkesin doğrusu, iyisi, kötüsü farklı olmakta ve bazen çatışmalar yaşanmakta. İnsanlar kendinden farklı düşünmeyen, yani aynı düşünceden kişilerle birlikte olmak isterler. Belli yer ve zamanlarda toplanırlar veya kendi farklı düşüncelerini yaşamak/yaşatmak için göç/hicret ederler. Peygamber Efendimizin (asm) hicreti de bu ihtiyaçtan doğmuştur büyük ihtimalle.
Bu âyetten çıkarabilecek başka bir konu da, başkaların ne yaptığı, ne konuştuğu değil, bizim ne yapacağımız ve ne konuşacağımız olmalıdır. Yani, gündemi biz tesbit etmeliyiz. Tartışmayı, konuşmaları kendi ortamımıza çekmeliyiz. Bunun için de, kendimizi tanımalı, neler yapabileceğimizi bilmeli ve kendimizi muhafaza edebilmeliyiz.
Bu ikinci âyette anlaşılan başka bir durum da, düşmanın/Ebrehe’nin bir düzeninin var olduğu ve bu düzenin Allah tarafından boşa çıkarıldığıdır. Allah her şeyi bilen ve onların karşılığını da bilen olduğuna göre düşmanların düzenini boşa çıkarmak O’nun için çok kolaydır. Peki biz bu işi, nasıl başaracağız?
Bunun için önce düşmanı tanımak, daha sonra onun yaptığı, hazırladığı hileleri, düzenleri fark etmek gerekiyor. Sonrasında da kendi imkânlarımızın farkında olup ona göre davranmak, ondan sonra da bu hile ve düzene karşı stratejiler tesbit edip, planlar hazırlayıp uygulamaya geçmek gerekiyor ki, biz de düşmanın düzenlerini boşa çıkarabilelim.
Burada en önemli konu “farkındalık”tır. Olayların işlemesi esnasında farkında olup onlara göre davranmak gerekmektedir.
Bediüzzaman’ın yorumu
Fil Sûresi’nin tefsiri açısından Bediüzzaman Hazretlerinin yorumu da çok enteresandır: “Birinci cümlesi: Kâbe-i Muazzamaya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına ebâbil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırmasını ifade eden ‘Onlara taşlar attılar’ cümle-i kudsiyesi, bin üç yüz elli dokuz (Milâdî 1940-41) edip, dünyayı dine tercih eden ve nev-î beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semâvî bombalar ve taşları yağdırmasına (İkinci dünya savaşı) tevafukla işaret ediyor.
“İkinci cümle: ‘Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?’ (Fil Sûresi, 105:2) kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâbe’nin nurunu söndürmek için hilelerle hücum edenlerin (Ashab-ı Fîl), kendileri yokluk, zulümat dalâletinde aksü’l-amelle aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hilelerle, desiselerle, zulümlerle edyan-ı semaviye (semâvî dinler) kâbesini, kıblegâhını dalâlet hesabına tahribe çalışan cebbar; mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlâllerine semavî bombalar tokadıyla cezalanmasına, aynı tarihî kelime-i kudsiyesi bin üç yüz altmış makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
“Üçüncüsü: ‘Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?’ (Fil Sûresi, 105:1) cümle-i kudsiyesi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma hitaben, ‘Senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerremeyi ve Kâbe-i Muazzamayı hârikulâde bir surette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanların nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?’ diye mânâ-yı sarîhiyle ifade ettiği gibi; bu asra dahi hitap eden o cümle-i kudsiye, mânâ-yı işârîsiyle der ki: ‘Senin dinin ve İslâmiyetin ve Kur’ân’ın ve ehl-i hak ve hakikatın cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesâtı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!’ diye mânâ-yı işârîsiyle bu cümle aynen makam-ı cifrîsiyle tam bin üç yüz elli dokuz (Milâdi: 1940-41) tarihiyle, aynen âfât-ı semâvî nev’înde semavî tokatlarla, ‘İslâmiyete ihanet cezası olarak...’ diye mânâ-yı işârî ifade ediyor. Yalnız ‘Ashabü’l-fîl’ yerinde ‘Ashabü’d-dünya’ gelir. ‘Fîl’ kalkar, ‘dünya’ gelir.HAŞİYE
“HAŞİYE: Bu fil lâfzı kalkmasının sırrı, eski zamanda, dehşetli fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmış, hücum etmişler. Şimdi ise, dünya servetine ve malına ve o servetle filolar teşkil edip, hatta, kırk milyon bir millet, o fil gibi filolarla dört yüz milyonu esaret altına almış. Ve Avrupa medeniyetçileri, medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle ve üç yüz elli milyon Müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip, istibdadına serfürû etmiş ve bu musibet-i semâviyeye sebebiyet vermiş. Ve dünyaperest, gaddar zalimler, zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye ve fakir ve masumlar ve mazlûmlara, fâni mallarını ve hayatlarını ahiretlerine çevirmek ve kıymettar eylemek ve dünyadaki günahlarına keffâretü’z-zünûb etmeye kader-i İlâhîye fetva verdiler. Ben, bir buçuk senedir dünyaperestlerin bu musibette vaziyetlerini ve sefâhetlerini ve İkinci Harb-i Umumî sayfalarını kat’iyen bilmiyorum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri, bu sûre-i kudsiyenin mânâ-yı işârî tabakasından gelen tokatlar (‘Evet, bu tokattan, pürşer beşer şirkten şükre girmezse ve Kur’ân’a tarziye vermezse, melâike elleriyle de ahcâr-ı semaviye başlarına yağacağını bu sûre bir mânâ-yı işarî ile tehdit ediyor’ K.L., s. 175) tam tamına onların başlarına iniyorlar. Ve sûrenin bir mânâ-yı işârîsini tam tefsir ediyor.” (Kastamonu Lâhikası, s. 174)
—Son—
|
M. Fahri UTKAN
18.05.2007
|
|
Dünya problemlerinin çaresi, İslâmın esasları
HABER YORUM
“Dünyanın az gelişmiş bölgelerindeki yoksulluk, adil olmayan gelir dağılımı ve umutsuzluğun terörü beslediğini ifade eden Avusturya’nın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Thomas Stelzer, ‘terörü doğuran ve besleyen bu etkenlerin öncelikle ortadan kaldırılması
gerektiğini’ kaydetti.” (AA, 17.5.2007)
Stelzer, terörü besleyen üç tespit yapmış:
- Fakirlik
- Adaletsiz gelir dağılımı
- Umutsuzluk
Çare, sizce de açık değil mi?
Bediüzzaman’ın çareye dair üç tesbiti şöyle:
- Sanat/marifet (eğitim)
- Zekâtın verilmesi ve faizin terk edilmesi.
- Ümit
İslâm on beş asırdır eğitimi, çalışmayı, zenginlerin zekâtlarını vermesini, faizin terk edilmesini, ümidi aşılamıyor mu?
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm Sûresi, 53:39) âyet-i kerimesinin gerçek anlamda imtisâli, toplumları fakirlikle yüz yüze getirir mi? Tabiî, az gelişmiş bölgelerin, özellikle Müslüman milletlerin yaşadığı bölgeler olduğunu düşündüğümüzde, bu fakirlik probleminde, Müslümanların kaynaklarını ellerinde bırakmayan ve yüz yıldır İslâm dünyasını maddî-manevî sömüren ‘Avrupa zalimleri’ ve ‘Asya münafıkları’nın da önemli ölçüde rolü olduğunu unutmuyoruz.
“Zekâtı verin” (Bakara Sûresi: 43); “Allah alışverişi helâl, fâizi ise haram kıldı.” (Bakara Sûresi: 275) âyet-i kerimeleri ise, dünyadaki dengesiz ve adaletsiz gelir dağılımın ilâcı değil midir?
Stelzer’in son tespiti ise ‘ümitsizlik’.
Bediüzzaman, ümitsizliğin, toplumların “seretan” (kanser) gibi en dehşetli hastalığı olduğunu söyler. Her türlü ilerleme ve gelişmenin önünde büyük bir engel teşkil eden ‘ümitsizlik’ marazının tedavisi ise yine Kur’ân ve hadiste saklıdır:
“Rahmet-i İlâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz.” (Zümer Sûresi, 39:53.)
“Bir şey bütünüyle elde edilmezse, tamâmen de terk edilmez” (Hadis-i şerif)
Evet, insanlığın içine girdiği girdaptan çıkış yolu belli: İslâmın, zaman ihtiyarladıkça gençleşen ‘ter ü taze’ esasları...
|
İsmail TEZER
18.05.2007
|
|
Hizmet erleri
(Mehmed Emin Birinci ve Ali Mutlu ağabeylere
rahmet duâsıyla ithaf olunur...)
(Mehmed Emin Birinci ve Ali Mutlu ağabeylere rahmet duâsıyla ithaf olunur...)
|
İhsan PAŞALIOĞLU
18.05.2007
|
|
|
|