Din istismarı olamaz ve buna asla müsaade edilemez. Müslümanlıkta da böyle, Hıristiyanlıkta da. Aklı eren münevver kişiler, istismarın ebediyen karşısındadırlar. Kaldı ki; 7 milyarlık dünya ailesinin 2 milyarı Müslümandır. Bunu sevinç ve gururla söylemekteyiz. Hatta bunu söylerken Hıristiyan dünyasını ve diğer dinleri tekzib etmiyor, hakaret de etmiyoruz. Böyle bir çerçevede İslâm dünyasının içinde siyasî kanaatleri noktasında sağ ve sol görüşlü insanlar olabilir ve olmaktadır. Yine İslâm dünyasında camiye gelen, cenaze namazında saf tutan günahkâr Müslümanlar da olabilir ve vardır. Fakat onları din noktasında yaralamaya kimsenin hakkın yoktur ve İslâm buna müsaade etmez.
Nitekim son günlerde siyasî atmosfer, iktidar ve muhalefet çatışması, “ifratın tefriti” doğurması neticesinde, büyük şehir ve meydanlarda koro halinde büyük kalabalıkların “Şeriatın ve İslâmın” aleyhindeki sözleri beni derinden yaralamıştır. Bazıları soruyor: Bunları caddelere döken ve sebep olanlar kim? Bu itibarla dindar geçinen insanların, özellikle siyaset ehli kişilerin ve yüksek makamda bulunan devlet adamlarının, ağızlarından çıkan sözleri çok düşünerek söylemesi lâzımdır. Mülâyim ifadeler varken haşin olmak ne yarar getirdi ve getirecek? 73 milyonluk Türkiye’nin 18 milyonu “tıbben” hipertansiyonlu olduğu veya bundan yakındığı bir ortamda, siyasî arenada bunu daha da yükseltmek vatanımıza, milletimize zarar getirmiştir. Elbette dokunulmazlığın olmadığı mahkeme-i kübrada “Şeriatın, dinin ve Kur’ân’ın sahibi” sebep olanlardan bunların hesabını soracaktır. Orada dokunulmazlık yok. Esasında din istismarcılığını yapanların, evvelâ şu dokunulmazlığı kaldırmaları lâzım. O zaman kara koyun ile ak koyun belli olur.
Nitekim meydanlarda halkın karşısında söylediğiniz “Dokunulmazlığı kaldıracağız” vaadinizi evvelâ yerine getirin. Şeffaflıktan dem vuranlar, demokrasiden dem vuranlar, dini istismar edenler neredesiniz? Seçim tünelinde vatandaş haklı olarak bunu sorduğunda hangi cevapları vereceksiniz? Kaldı ki; iman ettiğimiz Hz. Peygamberin, İki Cihan Serverinin (asm) dokunulmazlığı yok. Hz. Mevlânâ’nın, Hz. Bediüzzaman’ın, Hz. Yunus Emre’nin ve Hz. Hacı Bektaş’ın ve emsâli gönül sultanlarının dokunulmazlığı yok. Ayrıca büyük devlet adamı Fatih Sultan Mehmed’in dokunulmazlığı yok. Yavuz Sultan Selim hanın dokunulmazlığı yok. Lütfen, tarih denen mazi silsilesine bakınız ve gülünç hale düşmeyiniz.
Hatta, çağımızın Mevlânâ’sı Hz. Bediüzzaman, 100 yıl önce neşrettiği Münâzarât isimli eserinde içtimâî ve siyasî dünyaya eskimez bir ölçü koyar, çıkış yolu gösterir ve ikaz eder: “..Onların bir kısmı sizin gibi tahkiksiz, taklit ile İslâmiyetin zevâhirini bilirler. Taklit ise, teşkikât ile yırtılır. O halde bazılarına—bâhusus dinde sathî, felsefe ile mütevaggıl olursa—dinsiz dediğiniz vakit, ihtimal ki tereddüde düşüp, mesleği İslâmiyet’ten hariçmiş gibi vesveselerle ‘Herçi-bâd-âbâd’ (Nasıl olursa olsun vs.) diyerek, meyûsâne, belki muannidâne İslâmiyete münâfi harekâta başlar. İşte, ey bîinsaflar! Gördünüz, nasıl bazı biçarelerin dalâletine sebep oluyorsunuz. Fena adama ‘iyisin, iyisin’ denilse iyileşmesi ve iyi adama ‘fenasın’ denildikçe fenalaşması çok vuku bulmuştur..”
Bu koca sultanın ifadelerine bugün çok muhtacız. Her yerde dedim, yine diyorum, hercümerc olan İslâm dünyasının önde gelen siyasî, içtimâî ve dinî liderleri bu Münâzarât eserlerini ceplerinden çıkarmamaları lâzım. İşte Irak! Türkiye’nin bir Irak olmasını istemiyoruz. Bunun için özellikle bugünlerde daha müteyakkız olunması lâzımdır. Herkes haddini bilmelidir. Çoklarını gözlerinizde büyütmeyiniz, öyle büyükler tanıdım çocuklardan daha küçük. Siyasî hırslar çok yangın çıkartabilir. Şunu iyi bilmek lâzım; İslâmiyet’in bu aziz topraklarda bin yıllık mazisi vardır. Sanki İslâmiyet, bazı kişiler varken varmış gibi ifade tarzı, cehaletin ve gabâvetin tâ kendisidir. Din bizi kabul ettiğinden dolayı Allah’a çok şükretmeliyiz.
18.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|