Fert ve toplum, parçaların bir araya gelerek oluşturdukları anlamlı birer oluşumdur. Fert dediğimiz birey, yüzlerce organ ve milyonlarca hücreden oluşan ve bir ruh bütünlüğü içinde çalışan bir bütündür. Aynı şekilde toplum da bir amaç ve amaçlar etrafında bir araya gelen bireylerin oluşturduğu bir bütündür. Bireye hükmeden ve yönlendiren ruh ve düşünce olduğu gibi, toplumları oluşturan da ortak değerlerdir. Sadece maddî menfaatler ve çıkarlar toplumu meydana getirmezler.
Sosyal hayat, farklılıklar arz etse de genelde bir bütünlük oluşturur. Aynı şekilde sosyal olaylar birbirinden farklı gibi görünse de birbirinden soyutlayamayız. Sosyal yapı içinde her unsur belli bir anlamı ifade eder. Anlamlar arasındaki uyum ve bütünleşme de sosyal sistemi meydana getirir. Bununla beraber nasıl ki sosyal grup insandan meydana geldiği halde, insandan farklı ise, sosyal sistem de sosyal unsurlardan farklıdır.
Toplumu ve sosyal olayları inceleyen bilimler pozitivisttir. Yani deney ve gözlemi temel olarak alır.
Tabiat bilimleri ile sosyal bilimler arasında önemli farklılıklar vardır. Bu farklardan en önemli olanı tabiat bilimlerinin “kavramaya”, sosyal bilimlerin ise “anlamaya” yönelik olmasıdır. Ama ne var ki sosyolog Prof. Dr. Şerif Mardin’e göre “Türkiye’de bilim, ‘Ben senden daha iyi bilirim’ demek için yapılmaktadır.”1 Gerçeği bulmaya ve ortaya çıkarmaya yönelik çalışmalar maalesef görülemeyecek kadar azdır.
Her şeyden önce toplumlar kendilerini meydana getiren kültürün ürünüdürler. Batı, Hıristiyan kültürün ürünüdür, doğu ise İslâm kültürünün ürünüdür. Aralarında İslâmiyet ile Hıristiyanlık kadar fark vardır. Bunun için tam olarak bir batılı olamayız. Değerlerimiz ve değer yargılarımız çok farklıdır. Ancak batılı doğudan, doğulu da batıdan etkilenir. Batılı doğunun fikir ve düşüncesinden etkilendiği gibi, doğulu da batının teknik ve teknolojisinden etkilenerek faydalanma cihetine gidebilir, gitmelidir de.
Sosyal değerler ahlâkî ve ilmî değerler gibi evrensel değildir. Çünkü sosyal değerler bulunduğu toplumun ve sosyal yapının izlerini taşırlar. Bununla beraber etkileşim içinde kabul ettiği değerleri de kendi dinamikleri içinde, kendine göre şekillendirmeye çalışır ve şekillendirir. Yani kendine benzetir. Buna “Kanun-u Fıtrat” denir. Toplumda yeni bir çığır açan bu fıtrat kanununa uygun davranmak zorundadır. Aksi takdirde bütün çalışmaları şer ve tahrip hesabına geçer.2 Çünkü toplumun değerleri ile oynamak ve onları tahrip etmek aslında toplumu bozmak ve tahrip etmek demektir.
Toplumda faaliyet yapanlar toplumun yapısına ve dinî/ahlâkî değerlerine uygun çalışmalar yaptıkları zaman devamlı destek görmüşlerdir. “Bediüzzaman Haftası” içerisinde yapılan faaliyetlerde salonların dolup taşması ve binlerce izleyici tarafından doldurulması bunun en açık delilidir. “Mevlânâ”, “Yunus Emre” ve “Hacı Bektaş-ı Veli” gibi toplumun manevî kültürel yapısını oluşturan değerlerin konuşulduğu her toplantı ve platformun büyük destek almasının sebebi de budur.
Bütün bu sebepler ve gerekçelerden dolayı “Madem ben bu vatanın evlâdıyım; bu vatanın saadetine çalışmak benim üzerime farzdır” diyen Bediüzzaman gibi vatanperver, dindar ve bütün ömrünü vatanın saadeti ve selâmeti için harcayan ve hiçbir dünyevî kazancı da bulunmayan bir değeri bu ülkenin milliyetperver ve vatansever gençlerine ve halkına tanıtmak bizim için büyük bir dinî ve millî vecibedir.
Dipnotlar:
1- Mardin, Şerif, Türkiye’de Toplum ve Siyaset-Makaleler 1, İstanbul, 1990, s. 133
2- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul, 2005, s. 409
20.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|