Bediüzzaman, Van Valisinin konağında misafir olarak kaldığı yıllarda gazeteyle tanışmıştı ve Valinin İstanbul’dan getirttiği gazetelerde bilhassa Müslümanları alâkadar eden önemli haberleri büyük bir dikkatle takip ediyordu.
İngiliz Sömürgeler Bakanının parlamento kürsüsünde Kur’ân’ı eline alarak “Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça onlara hakim olamayız. Ya Kur’ân’ı onların elinden almalıyız ya da Müslümanları bu kitaptan soğutmalıyız” dediğini bildiren haberi de gazetede okumuştu.
Said Nursî’yi Risale-i Nur’u yazmaya sevk eden “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir manevî güneş olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim” kararının gerisinde bu haber vardı.
Bediüzzaman kısa bir süre sonra İstanbul’a geldi. Ve gazetelerle ilişkisini, aktif okuyuculuğun ötesinde makale yazarlığı boyutuna taşıdı.
İkdam’dan Tanin’e, Mizan’dan Serbesti ve Volkan’a, devrin önde gelen çeşitli gazetelerinde çıkan makalelerinde, Doğuda kurulmasını istediği üniversiteye dair düşünceleri başta olmak üzere birçok konuyu işledi. O günlerin en sıcak gündemini oluşturan meşrutiyet ve hürriyet tartışmalarına katıldı, fikirlerini dile getirdi.
O dönemde basınla böylesine aktif şekilde meşgul olan Said Nursî, araya giren harp ve esaret yıllarıyla ikinci İstanbul döneminin ardından, 1923’de Ankara merkezli olarak kurulan tek parti döneminde gazetelerle irtibatını tamamen kesti.
Çünkü tek parti basınının, hem takibe değer hiçbir özelliği yoktu, hem de gazeteleri hizmet için bir vasıta olarak kullanabilme imkânı tümüyle ortadan kalkmıştı.
Bu sebeple Bediüzzaman bütün mesaisini eser yazmaya ve onları neşretmeye vakfetti. Kitapları elle yazılarak çoğaltıldı. Bu yolla yayılan kitapların sayısı 600 bine erişti. Matbaa imkânının olmayışı, imanın tekniğe meydan okuduğu bu yöntemle aşıldı.
Said Nursî’nin gazetelerle tekrar ilgilenmeye başlaması, 1950’de Türkiye çok partili demokrasiye geçtikten sonra oldu. O dönemde bilhassa Risale-i Nur’u ilgilendiren haberleri, yakın talebesi Zübeyir Gündüzalp’e takip ettirdi.
Aleyhteki neşriyata karşı tekzip ve cevap hakkını kullanırken, müsbet yayınlardan duyduğu memnuniyeti de mükerreren dile getirdi.
Bunun örneklerinden biri, bir mektubunda geçen şu ifadeler: “Bu sırada hem Ehl-i Sünnet gazetesi, hem buranın gazetesi, hem Zübeyir’in hararetli mukabelesi, Nurlarla iştigalleri güzel bir ilânat hükmüne geçti. Benim bedelime, benim hoşuma giden bize dair bahislerine bakınız, bana bildiriniz.” (Şuâlar, s. 454)
Hemen aynı sayfadaki bir başka mektupta ise şöyle deniliyor: “Hem Ehl-i Sünnet, hem Sebilürreşad’ın lehimizdeki yazıları herhalde aleyhimizdeki kıskançları ve gizli düşman zındıkları şaşırtmış. Bunlar o dostları susturmak için çalışmak ihtimali beni meraklandırdı...”
Bu, “dostları susturma” tehlikesi o günden bugüne maalesef hep geçerli oldu. Risale-i Nur aleyhindeki iftira dolu karalayıcı yayınlar dolu dizgin sürerken, lehteki müsbet neşriyat ise hep baltalanmak ve cezalandırılmak istendi.
Son örneği, Nokta’nın başına gelenler.
Sırf Risale-i Nur’a hizmet için yola çıkan Yeni Asya’nın 37 yıldır çektiği sıkıntılar da mâlûm.
20.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|