Genelkurmay Başkanının son basın toplantısında akreditasyon uygulamasından söz ederken verdiği iki örnekten biri, “aşırı dinci” olarak nitelediği bir gazetede çıkan bir haberdi.
Bu haberde, “Türk askeri Cuma namazının hangi gün kılınacağını dahi bilmez” mesajının verildiğini öne sürüyordu Org. Büyükanıt ve haber kaynağının da ordudan ihraç edilen eski bir TSK mensubu olduğuna dikkat çekiyordu.
Komutanın bahsettiği gazete Vakit’ti ve sözü edilen haberin kaynağı şu anda ASDER’in Ankara Şubesi Başkanı olan eski bir binbaşıydı.
Münferit örnek olarak aktarıldığına inandığımız bu olayın “Türk askeri böyledir” gibi genelleyici bir mesaj verme kastıyla söylendiğini ve böyle bir niyetle yayınlandığını düşünmüyoruz.
Ancak görünen o ki, manşetten verilen haberi ordunun komuta kademesi böyle algılamış.
Akreditasyon uygulamasıyla arada duvarlar oluşturulmasa, karşılıklı olarak birbirini anlamak daha kolaylaşacak; ancak anlaşılmaz bir ısrarla bu uygulama sürdürüldüğü için önyargılara dayalı kuşkulu bakışlar da devam ediyor.
TSK’nın bir taraftan “din düşmanı” gibi görülmekten ve gösterilmekten haklı olarak şikâyetçi olurken, diğer taraftan dinî hassasiyetleri incitecek tavır ve söylemleri elden bırakmaması da çok önemli bir handikap oluşturuyor.
Bunun son örneği, 27 Nisan gecesi internet kanalıyla verilen muhtıradaki talihsiz ifadeler.
Kutlu Doğum Haftası kutlamalarını, kız çocuklarının tesettürlü kıyafetlerini, ilâhiler söylenmesini, vaaz ve dinî konuşmaları, Kur’ân okuma yarışmasını irtica işareti sayan bir anlayışın, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, izahı ve kabulü kesinlikle mümkün değil.
Kutlu Doğum programlarıyla 23 Nisan kutlamalarının birbiriyle çelişen alternatifler olarak gösterilmesi de, en başta 23 Nisan’ın temsil ettiği mânâ ve ruhla bağdaşmıyor. Çünkü 23 Nisan, TBMM’nin 87 yıl önce Cuma namazının ardından dualarla, tekbirlerle, salâvatlarla, hatimlerle, kurbanlar kesilerek açıldığı tarih. Böyle bir günde Kur’ân okuma yarışması tertiplenmesi kadar o ruha yakışan birşey olabilir mi?
Ama ne oluyor? Bu yarışma, mâlûm tepkiler üzerine iptal ediliyor. Ancak bu iptal dahi, akim bırakılan o anlamlı ve güzel girişimin “irtica kanıtı” olarak muhtıraya girmesini önleyemiyor.
87 yıl içinde nereden nereye gelmişiz...
Üzücü örneklerden birkaçına daha bakalım.
Hatırlanacağı gibi, Deniz Harp Okulunun yeni ders yılı açılışında konuşan Deniz Kuvvetleri Komutanı, 1950’de Türkçe ezandan vazgeçilmesini “karşıdevrim” olarak niteledi. Milletin büyük çoğunluğunu rahatsız eden bu değerlendirme için bir düzeltme yapılmadığı gibi, Genelkurmay Başkanı bilâhare yaptığı konuşmada “Benden önce kuvvet komutanlarımızın verdiği mesajlara katılıyorum” derken, bu talihsiz beyana da destek veriyor durumuna düştü.
Aradan hayli zaman geçtikten sonra, MGK Genel Sekreterliğinden emekli olmuş eski bir orgeneral, “İrticanın sebebi Türkçe ibadet etmeyişimizdir” diyerek, oluşan resmi tamamladı ve ardından TSK’nın “evrim teorisinden yana” olduğunu iddia ederek ilâve katkıda bulundu.
Peki, bu ve benzeri örneklerle çizilen TSK imajı, milletin beklentileriyle ne ölçüde örtüşüyor?
17.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|