Maalesef Türkiye’de cepheleşmenin uçlarından veya kliklerinden birisi ‘Türkiye’de bizim borumuz öter’ havasında. Meseleye böyle bakınca ortada hak hukuk kalmıyor. 27 Nisan sürecine baktığımızda ve muhtıranın mahiyetini tetkik ettiğimizde bunun ülkenin sabitelerine ters düştüğünü görüyoruz. Esasen İsmet Özel’in dediği gibi Türkiye sosyolojik olarak Müslüman vasfını kaybettiğinde vatan olma vasfını da kaybeder. ‘Ne darbe, ne şeriat’ diyenler aslında şeriattan ziyade Türkiye’nin sosyolojik kimliğini esas alıyorlar.
İslâm’ın bu sosyolojik boyutunu şeair-i İslâmiye kavramı ifade eder. İslâm sosyal dokuda şeairi İslâmiye ile yaşar. Bundan dolayı İmam Rabbani mevlide bid’at demiş, ama sosyolojik boyutu sebebiyle Bediüzzaman ona taraftar olmuştur. ‘Ne şeriat, ne darbe’ diyenler aslında Bin Ladin’e değil, Yahya Kemâl Beyatlı’nın mısralarında yaşayan İslâm’ın serpintilerine ve sembollerine ve tarihî mirasına karşıdırlar. Bu anlamda kimi ulusalcıların ülkenin millî değerlerine yabancılaştıklarını görüyoruz.
Mustafa Akyol’un haklı olarak dediği gibi kültürü dinden arındırmak istiyorlar. Yani sosyolojik İslâm’a da karşılar. Bu anlamda ulusalcılık dine yabancılaşmada milliyetçi çizginin ötesine geçmiştir. Şimdiki ulusalcılar milliyetçi ve mukaddesatçı değildir. Aksini savunmak bu kavramlara iftiradır. Bu çizginin egemen olması millî felâketimiz olur. Bundan dolayı her darbe, geriye dönüş heveslerini de hortlatmakta ve körüklemektedir. Darbe heveskârlarının en temel öncelikleri dinde reform çabasıdır. Siyasî mühendislikle halkın değerlerini ötelemektir. Bundan dolayı her darbe sürecinde ezanın yeniden Türkçe okunması gündeme getirilmektedir. Yine Türkçe ibadet çağrıları darbe dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki Türkiye bunu aşalı 50 yıl olmuştur. Ezanın yeniden orjinaliyle okunması Türkiye’nin en önemli kazanımlarından birisidir ve İslâm âlemindeki stratejik derinliğini arttırmıştır. Yalnızlıktan kurtarmıştır. Sözgelimi ezan orjinaline döndüğü sıralarda ‘Irak’ın imâmı’ olarak anılan Emced Zehavi’nin huzuruna gelen birisi rüyasını anlatır ve yorumunu sorar. Rüyası şöyledir: Hazreti Peygamber Aleyhisselam Anadolu’da zuhur etmiştir ve görünmektedir. Zehavi, rüyayı yorumlamakta zorlanır ve muhayyir kalır. Tam o sırada birisi koşarak içeriye girer ve bir müjdesi vardır. Ve sevinçle Türkiye’de ezanın tekrar orjinaliyle okunmaya başladığını söyler. Bunun üzerine Zehavi rüya sahibine: “Rüyan yorumuyla birlikte geldi’ der. Maalesef ezanı Türkçeleştirme heveslileri bizi bu duygudaşlıktan ve Türklere karşı İslâm âleminin muhabbetinden mahrûm etmek istiyorlar.
***
Maalesef orgütlü çekirdek tabir edilen çevrelerin tertip ettikleri rejim mitinglerinde dine imâna hürmetsizlik edilmektedir. Bu uğurda güzelim türkülerimiz dahi tahrif edilmektedir.
Bunlardan birisi olan: “Çökertme’den çıktım da Halil’im /Aman başım selamet/ Bitez de yalısına varmadan Halil’im/ Aman koptu kıyamet/ Arkadaşim İbram Çavuş Allah’ına emanet...”
Burada “Allah’ına emanet”, “ordusuna emanet” veya benzeri ifadelerle değiştirilmiştir. Sanki Türkiye’de tehlikeymiş gibi ‘şeriat’a hayır’ şeklinde sloganlar ve nâralar atılıyor ve nümayişler yapılıyor. Yine 23 Nisan sürecine denk geldiği için Kutlu Doğum Haftası etkinlikleriyle ilgili saygısızca değerlendirmeler yapılıyor. Emin Çölaşan gibilerin başlattığı bir şey vardı: Camilere bayrak takılması. Camiler evrenseldir ve dinin mabedleridir. Bayrak ise ulusal bir semboldür ve Müslüman, gayri Müslim vatan evlatlarının hepsinin ortak şiarıdır. Dolayısıyla doğrudan dinin şiarı ile milletimizin şiarını birbirine karıştırmamak gerekir. İkisi de hürmete lâyık olmakla birlikte yerleri ayrıdır. Bu anlamda, İslâm’da millî bir kilise yoktur. Bir de onun dışında kimbilir bayrak kanununa muhalefet edilircesine bayrakların içine Mustafa Kemal’in kalpaklı silüeti gömülmektedir. Yine burada tarihin bir dilimiyle bağlantılı olan bir şahsiyetle tarih üstü olan bayrak içiçe geçiriliyor. Burada ihlâl üzerine ihlâl var. Birincisi, halkın dinî duyguları rencide ediliyor. İkincisi, hukuk her alanda ihlâl ediliyor. Üçüncüsü, halkın iradesi hiçe sayılıyor. Aslında bunlar içiçe suçlar. CHP ve benzeri partilerin yaklaşımı şudur: Halk bize oy verirse ne alâ! O nisbette, oranda demokrasidir. Aksi takdirde, demokrasi değildir ve iradesi meşkuktur. Gündüz Aktan gibiler bunu açıkça söylüyorlar.
***
Bir kandırmaca da ‘ABDullah Gül’ yakıştırmasında bulunanların gizli Amerikancı olmalarıdır. ABDullah ismine asıl mazhar ve müstehak olanlar onlardır. Bunun en son göstergelerinden birisi rejim mitinglerinin Washington’a taşınmış olmasıdır. Bu yürüyüşlerle oradakilerin dikkatini çekmek ve desteğini elde etmek istiyorlar. Türkiye’deki cumhuriyet mitinglerinden ilham alan ABD’deki bir takım çevreler, Washington’da, ‘’Sonsuza Kadar Laik Türkiye’’ miting ve yürüyüşü düzenlemişler. Mitinge katılanlar, ‘’ne şeriat ne darbe, laik Türkiye’’, ‘’laik ve demokratik bir Türkiye’’ benzeri pankartlar taşımışlar. Anlaşılan, ABD’de görücüye çıkmışlar. Ulusalcılar bu halleriyle milliyetçi olmaktan çıkıp din aleyhtarı bir kimliğe bürünmüşlerdir.
22.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|