Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

Milletin hakemliği

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in milletvekili seçimlerinin 4 yıla indirilmesini, cumhurbaşkanını halkın seçmesini, 5+5 şeklinde formül edilen paketi önemli ve ağır eleştirilerle iade ettiği metni incelediğimizde ciddî bulduğumuz ve sistem açısından bir çok eleştiriyi değerli bulduğumuzu ifade edelim.

Fakat aklımıza ister istemez bir Nasrettin Hoca fıkrası geliyor. Hangisi mi? Hani Hoca Kadı olmuş. Kendisine gelen iki dâvâlıya “ikiniz de haklısınız” deyince üçüncü birisi itiraz etmiş. Bu sefer ona dönüp, “Sen dahi haklısın” demiş…

Tabi buradan Cumhurbaşkanının bakış açısını paylaştığımız düşünülmesin. Çünkü sıralamış olduğu gerekçeler ne kadar geçerli (!) olsa bile, Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğu dönemde cumhurbaşkanının yetkilerinin fazlalığını ifade ederken görev süresince bu yetkileri en ileri noktasına kadar kullanmıştır. Öyle ki, bir çok iade edeceği kanunu 15 güne kadar bekleterek bunu göstermiştir.

Cumhurbaşkanı iade gerekçelerinde iki başlılığa sebep olabileceğini, meclis-hükümet- cumhurbaşkanlarının aynı görüşten olmalarının sakıncalarını söylerken, fiili olarak bu gün cumhurbaşkanının aşırı güçlü yapısından asla şikâyet etmemiştir. Kendi kullanırken “tamam”, başkasının eline geçerse “yok, olmaz, ayıp olur.” Bu üçlüyü oluşturmamak adına, seçimlerden milletin büyük bir ekseriyetiyle galip çıkan bir partinin, seçim süresi gelen cumhurbaşkanını ve Meclis Başkanını seçerek, başbakanı muhalefete teslim etmiş olsa cumhurbaşkanının gerekçelerine uymuş olacaktır.

Olması gereken ve normal prosedürler işletmemek için Meclis genel kurullarına girilmedi, milletvekilinin aslî görevleri yok sayıldı. Cumhurbaşkanını seçtirmemek için anayasanın ruhu ve lâfzı ağır bir darbe aldı. Öyle bir darbe ki, “toplantı ve karar nisapları” birbirine karıştığı gibi, cumhurbaşkanının fiilen seçilebilmesi çoğunluğa değil, 184 veya biraz daha fazla milletvekili bulunan muhalefete bırakılmakta olduğuna hiç sakınca görülmemiştir.

İade gerekçesinde “Cumhurbaşkanına, iktidar gücüne karşı bir denge ve istikrar ögesi olarak güçlü ve etkili bir konum verildiği görülmektedir” ifadesi kullanılmaktadır. İşte sorun buradan kaynaklanmaktadır. Cumhurbaşkanının aslî fonksiyonu koordinasyon, uyum ve istikrar sağlanması ise, son dönemde bu gerçekleşmiş midir?

“Halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının, yine seçimle işbaşına gelen yasama organı ve yürütme organının siyasal kanadı ile aynı siyasal düşünce ve görüşte olması dengelenemez bir iktidar gücü yaratılmasına; tersi durum ise, çekişmelere ve devlet otoritesinin zayıflayıp bölünmesine neden olabilecektir” görüşü ise, yakın tarihimizde kendilerinin seçiminde aktif rol alan kişi ve siyasal kadrolar ile en fazla ters düşen üç cumhurbaşkanına uymamaktadır.

ANAP- Turgut Özal, DYP- Süleyman Demirel, DSP- Ahmet Necdet Sezer örnekleri bunu en güzel şekilde izah etmektedir. Ayrıca, tek parti döneminde sayılan her üç görevin aynı parti üzerinde olduğunu hatırlatmakla yetinelim.

Cumhurbaşkanının iade gerekçesinde eksik kalan bir konu kalmıştır. Bu kadar uzun bir gerekçe yazdıktan ve Meclis Genel kurulunda okunması bile 33 dakika süren bir gerekçenin sonuna, bu konuda ısrar edilecekse “bu güne kadar kullanmış olduğum ve parlamenter sisteme uygun düşmeyen aşırı yetkilerimin alınması halinde sistemin işlemesi, milletin isteği ve demokrasinin gereği yerine gelebilirdi” şeklinde bir not okumak isterdim.

Zira, Cumhurbaşkanımız eski Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak bu konulara herkesten daha fazla vakıftır. Diğer yandan bir sıkıntı olduğunda millete gitmekte, milletin rehberliğine başvurmak, her demokrat için olduğu gibi cumhuriyetçi için de ödevdir diye düşünüyorum.

Diğer yandan, cumhurbaşkanının yansızlığının ve partiler üstü konumu eleştirilirken, iki dönem üst üste seçilmesi ile bağlantı kurulmaktadır. “İkinci kez seçilmek bir partiye yakın durmayı gerektirebilir” kaygısı eğer söz konusu ise, bunun tek dönem de olmayacağının garantisi ne olabilir. Fakat, bir partinin desteğini kazanmak önemli olsa bile, 2000 yılı cumhurbaşkanlığı seçimi örneği göz önüne alındığında; Cumhurbaşkanını Sayın Ahmet Necdet Sezer’in ikinci bir defa seçilmesi söz konusu olsa DSP’lilerin oyunu alabilir mi (?) veya DSP’lilerin desteği devam etse bile Sayın Cumhurbaşkanını seçtirmeye yeter mi?

Görüleceği üzere iade gerekçeleri, bizim açımızdan değerli olmakla birlikte yeterli ve öngördüğü hipotezleri sağlamıyor.

Demokrasiler biraz da, milleti hakem tayin etmek ve hakemin kararına saygı duymaktır.

[email protected]

Emin Talha KARAMUSA

28.05.2007


Ufuk açıcı STK toplantıları ve Serdar Abdulkayyum Han

Konya Sivil Toplum Kuruluşları yaklaşık on yıldır bir platform oluşturarak ortak inisiyatif gerçekleştiriyorlar. Son dört yıldır da özel bir konu etrafında “Ufuk Turu Toplantıları” organize etmekteler. Bu yılın konusu ‘Sivil toplum’ üzerineydi. 17-20 Mayıs 2007 tarihleri arasında Alanya’da yapılan toplantının ilk gününe “Sivil toplum ve sosyal sermayemiz” konu başlığıyla konuşmacı olarak katıldım.

Toplantıya, aralarında Sabahattin Zaim, Sami Selçuk, Atilla Yayla, Ömer Bolat gibi isimlerin bulunduğu çeşitli illerden çok sayıda akademisyen, aydın ve sivil toplum temsilcisi katıldı. Bunların dışında Pakistan, Keşmir ve Ürdün’den de temsilciler vardı. Bu katılımlar ise toplantıya uluslar arası bir nitelik kazandırdı.

Toplantıya dâvet edilen Keşmir eski Cumhurbaşkanı Serdar Abdulkayyum Han ile de tanışma fırsatı buldum. Kendisi aynı zamanda Keşmir’in bağımsızlık mücadelesini başlatan bir zat. Pakistan depremindeki yardımları sebebiyle Keşmirli Müslümanların Türkiye’ye çok teşekkür ettiğini her fırsatta dile getiriyor. Ülkesinde Türkiye’ye karşı sebebini tam bilemediği çok büyük bir bağlılık bulunduğunu söyledi. Olayların kendisini bağımsızlık mücadelesi ve siyaset arenasına taşıdığını; aslında sivil toplumcu olmak istediğini ve bu duygunun kalbinin bir köşesinde daima yer aldığını vurguladı. Kendisinin şu ilginç tesbitlerini de aktarmak istiyorum:

*ABD Meclisinde dinler arası diyalog için bir birim bulunmaktaymış. Ama onlar dinler arası diyaloğu “Biraz sizin dinden, biraz da bizim dinden taviz verelim” şeklinde anlıyorlarmış. Bunun yanlışlığını vurguladı. İslâm ülkelerinde ise bu konuda çok cılız çalışma yapıldığını söyledi.

*Yabancı din mensuplarına, İslâma göre “İnsanlığa hizmet edenler ölümsüzdür” dediğinde “Var mı öyle Müslümanlar?” şeklinde cevaplar aldığını; kendisinin de onlara “Var mı sizin dediğiniz gibi Hıristiyanlar?” şeklinde karşı soru yönelttiğini söyledi.

*“Güçlü olanın haklı değil haklı olanın güçlü olduğu” şeklindeki Bediüzzaman’ın tespitini aynen tekrarladı. Bu arada kendi tecrübelerine göre pozitif anlamda kim güçleniyorsa, hemen negatif güçlerin de karşı anlamda ortaya çıktığını; bazen bunlar karşısında yenilgi bile alındığını belirtti. Pozitif bakış açısının yaygınlaşması gerektiğini söyledi.

Keşmir’de “her köye bir san'at” projesi başlatmışlar. Yabancı da olsanız, eğer o köye bir san'at ile giderseniz, o köy size veriliyormuş. Tabiî burada maksat yörenin gelişmesi ve insanların san'at ve iş sahibi olmasıdır. Ayrıca şu anki Keşmir Başbakanının babası olan Serdar Abdulkayyum Han, ülkesinde beş yıl vergiden muaf olarak fabrika kurulabildiğini, yabancı yatırımcılara daha başka avantajlar da sağlandığını belirterek, yatırımcıları ülkesine dâvet ediyor.

Aslında böylesi toplantılar ve tanışmalar ilerdeki gelişmeler için alt yapı faaliyetleri olma gibi fonksiyonlar üstlenmektedir. Ülkemizde sivil toplum bilincinin artmasına da hizmet eden bu faaliyeti gerçekleştiren İcra heyeti başkanı Sayın Latif Selvi Bey olmak üzere bütün emeği geçenleri tebrik ediyorum.

[email protected]

Prof. Dr. Gürbüz AKSOY

28.05.2007


Silâh kampanyasını kınıyoruz

Ülkemizde 2,5 milyonu ruhsatlı olmak üzere, namluları bize yönelmiş durumda olan 9 milyon bireysel silah bulunuyor. Buna rağmen MKEK silâh edinmeyi teşvik eden “Kredi kartına 10 ay taksitle silah” kampanyası başlatıyor.

Her yıl yaklaşık 3 bin kişinin bireysel silâhlardan çıkan kurşunlarla öldüğü ülkemizde, MKEK’nin düzenlediği bu kampanyadan gelecek adına büyük kaygı duyuyoruz. Silâh, gündelik hayatındaki pratik ve işlevsel bir “tüketim ürünü” değildir; gerçek bir cinayet aracıdır. Kan döker, insan hayatına mal olur, çift taraflı mağduriyetler oluşturur. Ölen mezara, öldüren ise hapse gider. Ateş ise düştüğü yeri yakar! Ateşli silâhın ve bireysel silâhlanmanın açtığı bu geri dönüşü imkânsız yolların bir an önce kapatılması hayatî öneme sahiptir.

Kredi kartı mağduriyetinden, aşırı borçlanmadan veya hacizlerden dolayı silâhlı intiharların yaşandığı ülkemizde MKEK’nin kredi kartıyla “taksitli silâh satışı” son derece ironik bir girişimdir. MKEK, bu öldürücü kampanya ile silah stoklarını eritmeye çalışırken, bu silâhların sebep olduğu ölüm ve yaralamalardan da sorumlu olacaktır. Ve bu sorumluluk, taşınamayacak kadar büyük bir azaba sebep olacaktır. Bu sorumluluğa ortak olmayacak ve uyarmaya devam edeceğiz.

İçişleri Komisyonu Üyeleri’nin aldığı, açık alanlardaki düğünlerde silâh bulundurmaya izin veren kararı ile MKEK’in “taksitli silâh satışı” kampanyası, suç ve mağduriyetleri arttıracak, sorumsuz ve duyarsız çabalardır. Umut Vakfı olarak kınıyoruz!

(Nazire Dedeman-Kurucu Başkan)

28.05.2007


4. Ufuk Turu Sonuç Bildirisi

Konya’da faaliyet gösteren 64 sivil toplum kuruluşunun on yılı aşkın bir zamandır sürdürmekte olduğu ortak inisiyatifin dört yıldır gelenekselleştirdiği ‘Ufuk Turu Toplantıları’nın dördüncüsü geçtiğimiz hafta Alanya’da yapıldı. Üç gün süren programda dört oturumda sivil toplumun veya sivil toplum kuruluşlarının sermaye, devlet, siyaset ile ilişkilerinin yanı sıra küreselleşme sürecinde sivil toplum ve kadının sivil toplum teşekküllerindeki rolü konuları tartışıldı. Toplantı sonunda yayınlanan sonuç bildirisi şöyle:

1- Sivil toplum kuruluşları bir toplumun hayatiyetinin en önemli göstergelerinden birisidir. Çağdaş toplumsal yapılarda demokratik katılımın sürdürülebilir kılındığı, otoriter ve totaliter savrulmalara karşı korumanın temin edilebildiği en sağlam yol güçlü sivil toplumsallaşmadır.

2- Sivil toplum bizatihi toplumun kendisidir. Toplumun, hiçbir baskı ve vesayet olmaksızın kendi kendini gönüllü olarak örgütleme iradesidir. O yüzden hükümet dışı organizasyonlar olarak tanımlanan sivil toplum kuruluşları, devletle çatışma halinde olmak zorunda olmadığı gibi, bizatihi toplumun dışında başka hiçbir kurumun payandası da değildir. Başta devlet olmak üzere her tür kurum, kuruluş ve kişiyle “toplumsal ortak iyi” notasında hareket etme dışında başkaca bir ilişkiyi de kabul etmez.

3- İster iktisadî alanda, ister toplumsal hayatta sivil veya devlet-dışı alanın genişlemesi devleti zayıflatan bir gelişme değildir. Aksine daha güçlü, etkili ve verimli bir iktisadî ve soysal hayat bu alanların dengeli bir düzenlenmesiyle sağlanabilir.

4- Sivil alanın güçlenmesi her türlü toplumsal gelişmenin ihtiyaç duyduğu sosyal sermayeyi de geliştirir. Sosyal sermayesi zayıf toplumların iktisadî yönden sahip oldukları en yüksek kaynakları bile verimli bir şekilde değerlendirmeleri mümkün değildir.

5- Küreselleşmenin ortaya çıkardığı tehditler ve imkânlar sivil toplum örgütlerinin de yerelden küresele ulaşan bir zincir içerisinde dayanışmasını zorunlu hale getirmektedir.

6- Sivil bir toplum kadınların da toplumsal hayata aktif bir biçimde katılımlarının önünde bir engelin bulunmadığı bir toplumdur. Kadının karşısına çıkarılan görünür ve görünmez maddî veya manevi, toplumsal veya siyasî engellerin teşhis edilmesi ve giderilmesi sivil toplum teşekküllerinin gündeminde hassasiyetle yer almalıdır.

7- Hem yerel hem küresel düzeyde bazı sivil toplum kuruluşlarının amaçları dışında hatta yer yer “sivil toplumun” özüne tamamen aykırı bir biçimde demokratik değer ve kurumların aleyhine olacak şekilde kullanılıyor olması kabul edilemez. Ancak bu durum sivil toplumun özünde sahip olduğu değerin bir suiistimali olarak sivil toplumun özde önemini ve değerini azaltmaz. Bu tür girişimler dolayısıyla sivil toplum faaliyetleri veya teşekkülleri bir şaibe altında bırakılamaz.

8- Ufuk Turu katılımcısı sivil toplum kuruluşları olarak küresel güçlerin başta Orta Doğu’da olmak üzere dünyanın her tarafında başvurduğu işgal, müdahale ve saldırıların zamanla kanıksanmasını anlamlı buluyor bu tür çabalara yönelik protestolarımızın canlı tutulması gerektiğini düşünüyoruz. İşgallerin bu toplumlara demokrasi götürmesi mümkün olmadığı gibi toplumların sivil dokularını tahrip ettiğini de görmek gerekiyor.

28.05.2007


Kaliteli kamu kurumları

Türkiye Kalite Derneği (KalDer) tarafından yedincisi düzenlenen kamu kategorisinde ‘Ulusal Kalite Ödülleri’ sahiplerini buldu. Bu yıl TC MEB Antalya Koleji, TC MEB Erenköy İlköğretim Okulu, TC MEB Özel Kültür Lisesi, TC MEB Avukat Mail Büyükerman Anaokulu’nun başvurduğu Kamu Kategorisi’nde Ulusal Kalite Başarı Ödülü’nü İstanbul Erenköy İlköğretim Okulu ve Eskişehir Avukat Mail Büyükerman Anaokulu kazandı.

28.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004