İslâm âleminin içler acısı hâline, ülkesinin hile ve desiselerle kıskaca alınmasına şâhit oldukça insan, özellikle Osmanlının bir felâket devri olan son demlerinde, sürekli geçmişin şanlı zaferlerinin gölgesinde yaşayan ve onlarla haşir neşir olmaktan büyük zevk alan Yahya Kemal’i daha iyi anlıyor. Sahi, Yahya Kemal’i bazı zamanlar gerçeklerden kopartacak kadar maziye yönelten itici güç neydi? İç ve dış kargaşanın Osmanlıyı kıskaca aldığı bir nevî kara bulut hükmündeki kaos devri değil miydi?
Bugün iç ve dış gelişmeler sebebiyle günbegün endişesi artmayan vatandaş yok denecek kadar azdır. Tam da ortam böyleyken, tarihimizin yüz aklarından birisi olan ve yüzyıllar geçse de fetihlerin fethi ünvanına sahip olan İstanbul’un fethi, zemherir ortasında kalan bir gülün yaprağında duran inci tanesine benzer çiğ tanesi gibi gülümsemeye devam etmekte ve bizi, durmadan mazinin ibret dolu sayfalarına dâvet etmekte. Evet; 21. asırdan, fetihlerin fethine selâm olsun.
Bence, ancak mazinin ruhuna nüfuz etme kabiliyetine sahip olanlar, ân içinde sağlıklı değerlendirmeler yaparak, gelecekle ilgili birtakım yönergeler sunabilir. Meselâ söz konusu çiğ tanesinin içinde, bir çınarın gölgesinde üç yapraklı yonca misali arz-ı endam eden Fatih Sultan Mehmet, Ulubatlı Hasan ve Akşemseddin birer simge olarak günümüzde nice anlamlar çağrıştıracak nitelikte.
Bu üç simge üzerinde biraz düşünüldüğünde, görülecek ki ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donanmış topyekûn bir blok hâlinde yükselen bir medeniyetin varlığı görülür. Şöyle ki; Akşemseddin olmasaydı, belki de ilmî derinliği ve bu derinlikle birlikte mükemmel bir yetişme dönemini geçiremeyecek Fatih, tam olarak kişiliğini gerçekleştiremeyecekti. Hâl böyle olunca, iradeyi temsil eden Fatih, yönü belli olmayan bir irade de olabilirdi. Oysa Akşemseddin’in tezgâhından geçerek, müsbet ilmin istikamet verdiği güçlü bir iradeyi ortaya koymuştur. Yalnız, şunu belirtmekte fayda var: İlimsiz irade sönük kalacağı gibi, iradesiz ilim de uygulamaya konamaz. Bununla birlikte, sacın üçüncü ayağını da unutmamak gerekir. Ve bu da Ulubatlı Hasan, yani yeniçeri simgesinde anlam bulan kudrettir. Evet, ilimle donanmış çelik bir iradeniz olabilir; ama ona hayat verecek şey kudrettir. Öyle bir kudret ki, müsbet ilimle donanmış çelik iradenin, gerektiğinde, balyozudur. Bir bakıma eli, kolu ve ayağıdır.
Rivayet olunur ki, İstanbul fethedildikten sonra sürekli duâ eden mollalar “Şükür ki, İstanbul fethedildi. Yaptığımız duâlar çok etkili oldu” gibisinden sözleri sürekli tekrar edip de iş maddî sebeplere müracaat etmeyi gölgede bırakacak seviyede tefrite varınca, Fatih kınından çıkardığı kılıcı göstererek, “Kılıcın hakkını da unutmayın” demiş. Vaktiyle İstanbul’un fethi dolayısıyla öğrendiğim bu olay, bence akıl (ilim), yürek (irade) ve kılıç(kudret) üçlüsünün birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu da dile getirir. Evet, akıl müsbet ilimle haşir neşir olup duâ vasıtasıyla mükemmel bir iradeye yol gösterici olmalı; yürekte anlam bulan irade de sarsılmaz bir çelik gibi dik durmalı. Kılıç da akıl ve iradenin önünü açacak kudreti gösterebilmeli.
Bu üç sembol şüphesiz bütün tarihimiz irdelendiğinde, ayrıldıkları vakit nasıl gerilediğimizi ve hatta yıkılmaya doğru gittiğimizi gözler önüne serecek derecededirler. Mesela Genç Osman ne kadar çelik bir iradeye sahip olsa da ilmiye sınıfı ve yeniçeriler bozulduğu için başarılı olamamıştır. Koçi Bey gibi devlet ricali, kötü gidişatı durdurabilmenin çaresini ilmî risâlelerinde gösterseler de gerçekleştirecek irade ve kudret olmadığından başarı elde edilememiştir. Aynı şekilde, yükselme döneminde Yeniçeriler kudretli oldukları hâlde, II. Bayezid onları yönlendirecek iradeyi göster(e)mediğinden bir nebze duraklama olmuştur, ki bu yüzden daha sonra Yavuz Sultan Selim’in yanında yer almış Yeniçeriler.
Şimdi durup düşünelim… Ve bir devletin ayakta durabilmesi için üç önemli sacayağının uyumunu gözden geçirelim. Ne görüyoruz?
02.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|