Genel seçimlerle birlikte cumhurbaşkanlığı seçiminin gündemdeki sıcaklığını koruması, “millî irade kumaşından takım elbise mi çıkacak, yoksa spor bir kıyafetle uzlaşmaya mı çalışılacak” sorularını akla getiriyor. Yani halk mı kazanacak, yoksa “tanzim” ediciler mi?
Cevabı aranan sorular, bunlardan ibaret değil. Halkın iradesi önündeki kamusal bariyerlerle devlet kurumlarının ortak edildiği millî irade; parlamenter sistemle kuvvetler ayrılığı içinde ahengi nasıl sağlayacak?
12 Eylül anayasasının cumhurbaşkanına sağladığı olağanüstü yetkilerin siyasî iradeyi tıkayıcı fonksiyonuna karşılık, sorumluluk taşımamasının gerdirdiği hükümet-Çankaya kavgaları nasıl düzenlenecek?
Ayrıca, rejimin emniyet supabı Çankaya mı olacak, yoksa milletin hür iradesi ile çıkan sonucun gerekleri mi belirleyecek? Halkın seçeceği bir cumhurbaşkanının demokratik gücüne mukabil, yetkileri böyle mi kalmalı, yoksa yarı başkanlık sistemine mi geçilmeli?
Bu kısmı destekleyecek bir soru daha sormak gerekir: Acaba tam başkanlık mı, yarı başkanlık mı, yoksa parlamenter sistemde temsili cumhurbaşkanlığı mı?
Bu soruların tek bir cevabını radikal bir üslupla verme şansımız yok. Hepsinin batı demokrasilerindeki örnekleri bize ışık tutsa da, Türkiye gerçeğinden gitmek daha doğru olur. Burada dikkat edilmesi gereken, siyaset üzerindeki vesayet araçlarının kaldırılması ve millî iradenin temsil değeri olan cumhurbaşkanlığı seçiminin olağan sürece girmesidir.
Parlamenter sistem, yönetemeyen demokrasiye dönüşünce, ya da darbelerin hızarında rendelenmiş ve bölünmüş siyaset cılızlığına bürününce tam bir kaosa dönüşmektedir. Koalisyonlar ve gücünü kaybetmiş siyaset, diğer kurumlarca zafiyetinden yararlanılan bir zemin haline gelmektedir.
Buna mukabil, başkanlık sisteminin ise belli bir grup veya zümreyi, çoğunluk diktatörlüğüne götürebileceği, kurumsal ahengin dengelerini bozabileceği ve farklılığa karşı tahammülsüzlüğe itebileceği endişeleri var.
Eğer cumhurbaşkanını halk seçecekse, ki bu en demokratik ve şaibesiz bir cumhur iradesi demektir. Gerçek katılım ve doğru temsil anlamına gelmektedir. Mecliste siyasi kombinezonlarla, sürekli devletin gizli kotlarına yakın ve halkla mesafeli birilerinin seçilme gayreti de boşa çıkacaktır.
Halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı, yarı başkanlığın bir adımı sayılabilir. O zaman da yürütmeye müdahale sayılacak bir yapıya dönüşmemesi için devleti temsil makamı ile yürütmenin kendi yetki ve sorumlulukları arasında bir dengenin kurulması gerekir. Aşırı yetkilerle tek başına belirleyici bir cumhurbaşkanı, halktan aldığı desteği yine halkın seçtiği bir hükümete karşı koza dönüştürmemeli.
Bütün bu tartışma konuları, ciddi bir sorgu ve müzakere gerektiriyor. Bunun için kamuoyunda rahat değerlendirme yapabilecek mekanizmalar üzerinden, sivil toplum temsilcilerinden kanaat önderlerine ve demokratik hukuka inanmış aydınlara kadar sivil bir anayasa zemininde görüşmeye açılmalıdır.
Sıkıntının esas kaynağı, devlete giydirilen askerî döneme ait anayasanın hâlâ yürürlükte olması, sivil dokularının zayıflığı ve tepki psikolojisi ile vakalardan hareketle aşırı bağlayıcı ve anti demokratik öğeler taşımasıdır.
Mevcut anayasa kumaşı üzerinden yapılan bütün tadilatlara rağmen, dikiş tutmayan ve milletin bedenine dar gelen bir sistem var. AB sürecindeki bir ülke için oldukça sıkan bir elbise görünümünde.
Tam bu noktada, kör düğüşü boğuşmalarla ve ortamı gerdiren siyasi çatışmalarla, sivil bir anayasanın ve halkın iradesinin hakim olduğu bir seçim sisteminin sağlıklı işlemesi zorlaşıyor.
Uzlaşma, demokratik öngörüsü geçmişten aldığı tecrübe ile daha geniş ve mütehammil olan bir yapının öne çıkması ile mümkündür. Nitekim, merkez kavramının seçmen üzerindeki etkisi bilindiğinden, dünün merkezi kendini tekrar yapılandırıp toparlarken, merkeze talip iktidar ise kendini kabul ettirme derdinde.
Bu yüzden, köklü değişimlerin demokratik olgunluğu için siyasî rekabet; taban alanı en geniş siyasî tecrübe sahibi ve gerilimi azaltan DP ile merkezi isterken kabul görmede sıkıntısı olan ve bu yüzden tecrübesizliğinin faturasından gerilen ve gerginleşen AKP arasında geçecektir.
CHP, gerilmeyen ortamlarda varlığını kaybedecek ve refleksleri gevşeyen çevreler AB süreci ile birlikte kabullenme ve uzlaşma zeminine geri dönmek zorunda kalacaklardır.
Pozitif siyaset ve demokratik kabul; demokrasi temelli ve çatışmayı azaltan bir sivil duruşla mümkün olacaktır. Yoksa gerilimler, fitne ocaklarının ve bilinen/bilinmeyen mahfillerin işini kolaylaştıracaktır.
Hislerimiz, aklımızın önüne geçmezse, uzun geleceğimizin hürriyet ortamıyla daha kalıcı yapabileceğimizi söylemektedir. Daha iyiye iyiden gidilir. İyiye ise daha ehvenden.
31.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|