Milletin fıtratında, ecdadımızın afakında hep yaylalar çınlar. Yaylalar kitaplarda, destanlarda ve gönüllerde yer yapmıştır. Maddî ve manevî sahalarda yaylaların vazgeçilmez muhteşem yeri ve sönmez temâşâsı vardır. Akılların, ruhların ve kalplerin rahatladığı ve tefekkür ettiği meskûn yerlerdir yaylalar. Türkiye’de yaylaların çoğu ormanlık alanlardır, başta çam ağaçları olmak üzere çeşitli ağaçlar ve bitkilerle örtülüdür. Şark bölgelerinde ise rakımlar yüksek, fakat ağaçlık az ve hep çayır ve çimendir bizim “Başet” yaylaları gibi.
Alanyalı Yeni Asya Gazetesi ve vakfı müntesibi aziz can dostları, ülkemizde bir çok mahallin yaptığı gibi kendileri de geleneksel olarak her yılın Mayıs aylarında, yeşilliğin can alıcı noktasından denizlerin kenarından torosların bağrına bir nev'î teneffüs kemendi atmaktadırlar. Böyle örnek teşkil eden Torosların “Kızılalan Yaylası”na ailece iştirak edilen mekâna bizleri de konuşmacı olarak davet ettiler. Dâvete icabet ettik. Muhterem Remzi Çetin Beyin kaptanlığında o kıvrım kıvrım yollardan meskûn mevkiye intikal ettik.
Onlar Akdeniz’in dibinde, bizler de Anadolu’nun çorak arazilerinde yaşadığımız için, bu yaylada çok kalmak istedik, fakat yayla programı bir günlüktü. Konuşmamda da ifade ettim. Esas bu yüksek yerlerin öncüleri başta Peygamberlerdir. Sonra evliyalardır. Hıra mağarası, Nur dağı Hz. Peygamberimizin tefekkür ve tefeyyüz karargâhı değil miydi? Başet başı, Çam dağı, Erek tepeleri, Karadağ’ın yamaçları ve emsâli yerler Hz. Bediüzzaman’ın temâşâ ve tefekkür yerleri değil miydi? Şah-ı Geylânî (r.a) böyle, Yunus Emre böyle, Hz. Mevlânâ böyle, gönül sultanlarının çoğu böyle.
Mânâda böyle derken, tıp dünyası da bunun üzerinde ısrarla durmaktadır. Çünkü beton binalar sayesinde, insan, bünyesindeki başta elektrik olmak üzere bir çok duygu ve lâtifeleri dışarıya atamamaktadır. Toprak akımı olmadığından aile içi şiddet ve azap alabildiğine gitmekte ve yazılı ve görsel basında cinayetler ardı ardına olmaktadır. Cezaevleri, tımarhaneler, huzurevleri ve kimsesiz çocuklar yurtlarını bu babda değerlendirmek lâzım. Hepsi beton. Bu itibarla ruh ve kalb sahalarında gıdasız kalmaktadırlar. Bunun için istenilen faydalar zarara dönüşmektedir. Fikir bazı ayrı bir konu. Nerede öyle düşünür yetkili adamlar.
Kızılalan yaylasına gelen can dostlarım erkekler topluluğuna ayrı hitap ettim, hanımlar topluluğuna ayrı hitap ettim. Çünkü ayrı mekânları işgal etmişler. Erkekler topluluğuna “Risâle-i Nur penceresinden aile hayatı ve gençliğin durumu” üzerinde bugünkü Türkiye ve dünya gençliğini ortaya serdik. Çeşitli misâller verdim. Âyetlerle, hadislerle, başta Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere bütün gönül sultanlarından çıkış yolları üzerinde durduk. İslâm dünyasından, Batı dünyasından bununla ilgili müşahhas örnekleri takdim ettik.
Hanımlar topluluğuna ise özetle: Aile içindeki “merhamet ve muhabbet” hususları üzerinde sosyal hayata bakan temel prensipler üzerinde durduk. İrşad metodunun Peygamberimizin metodu olduğunu ve akla, kalbe ve ruha hitap olduğunu anlattık. Ayrıca kendilerinin suallerini dar zaman diliminde cevaplandırmaya çalıştık. Hanımlar, erkeklerin rağmına beni alkışladılar, fakat ben istememiştim. Yaylalarda alkış olur mu?
Bir hususun altını çizerek makalemi noktalamak istiyorum. Bu yayla programının güzel tarafı, yemekler özel bir fabrikadan gelmişti, şükür her şey vardı. Fakat en güzel tarafı, orayı terk ederken geriye dönüp baktım, bir küçük küllük bırakılmamıştı. İlk haliyle son hali aynı idi. Yangın yok, çöp yok, slogan yok, kavga yok. Sevgi var, kardeşlik var. Ne güzel örnek Kızılalan yayla pikniği.
Bu yayla pikniğinde Alanyalıların dışında Antalya’dan ve ilçelerinden iştirak eden can dostları da vardı. Her yıl geçtikçe daha intizamlı ve daha iştirakli olmaktadır. Benim feryadım şudur: Bu günlerin biraz daha geniş tutulmasıdır, çünkü bir rüya gibi gelip geçti. Başta muhterem Remzi Ağabeyimizi, Kerim ve Selahaddin Beyleri ve bütün Alanyalıları gönülden tebrik ediyor ve şükranlar sunuyorum.
25.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|