Bazı hassasiyetler korunmasa, bazı duyarlılıklar muhafaza edilmese, bazı haramlara, bazı günahlara girmek işten bile değil bu zamanda.
İyi niyetli, ard düşüncesiz sâiklerle de olsa, dînî bazı tavsiyeleri göz ardı ederek, bazı şüpheli hâl ve davranışlara girmek, çoğu zaman bizi haramlarla, günahlarla burun buruna getirebilir.
“Nasıl olsa fetvası vardır?” sâikiyle, bazan fetvâ sınırlarını da zorlayarak dinî yaşantımızı o şekilde sürdürmek, her zaman için sağlam ve garantili olmayabilir. Bu şekildeki bir dinî yaşantı, çoğu zaman hiç de niyetimizde olmayan, arzulamadığımız günahlarla bizi başbaşa bırakabilir.
İslâm dini kolaylık dinidir elbette. Her ehl-i din, hiçbir zorlamaya girmeden meşrû dairede kalmak şartıyla dinini yaşayabilme hakkına sahiptir. Ruhsatla, fetva ile dinî hayatını devam ettirebilir elbette.
Söylemek istediğimiz, bu bilinenlerin dışındaki bazı şeyler... Ruhsatla, fetvâyla amel etmek geçerli bir hâl olmakla beraber bizi günahlardan koruyamayabilir.
Her zaman diyorum ki, elden geldiği kadar, günahlardan, haramlardan uzak durmanın yanında, haramlara kapı aralayacak, günahları işmam edecek hâl ve davranışlardan da uzak durma gayretinde olmalı ve o şekilde bir yaşantı içinde bulunmayı şiar edinmeliyiz.
Böyle bir hâl içinde bulunmanın diğer bir adı takvadır. Hayatımızın her ânını, ömrümüzün her dakikasını takva dairesinde geçirmek elbette kolay değil. Ama bilhassa bu fitne asrında, haramlarla helâllerin harmanlandığı, hasenatlarla, seyyiâtların iç içe olduğu bu zamanda ruhsatlarla, fetvalarla kazasız, belâsız dinî hayatımızı sürdürebilmenin zorluğu da hepimizin malûmu.
Bu tehlikeleri ve güçlükleri göz önünde bulunduran bir çok din büyüğü insanlar, hayatlarının her ânını takva ve amel-i salih dairesinde geçirmişler, o şekilde bu fani âlemdeki ömürlerini tamamlayarak huzur-u İlâhîye sâlimen çıkmışlar.
Son müceddid Bediüzzaman Hazretlerinin hayatına baktığımızda, onun da ömrünün bütün dakikalarını Kur’ân’ın tarif ettiği şekilde Sünnet-i Seniyye dairesinde fetvalarla değil, takva ile geçirdiğini görüyoruz.
Her hâlinden ders almaya, her davranışından ibret almanın gayretinde olmaya çalıştığım Bediüzzaman’ın hepimiz için ders olan taife-i nisâya karşı ibretlik duruşunu ve hikmet dolu iffetli ve istikametli tavrını hatırlamakta fayda görüyorum.
Hayatı boyunca iffet ve istikameti şiâr edinen o büyük insanın, daha genç yaşta iken Bitlis Valisi Ömer Paşanın evinde iki yıl misafir olarak kaldığını biliyoruz. İki yıl boyunca hane sahibinin üçü küçük, üçü büyük olmak üzere altı kızından üç büyükleri hiç tanımadığını kendi beyanlarından öğreniyoruz. Buna karşılık oraya gelen âlim bir misafirin, onları, iki günde tanıyıp birbirlerinden tefrik ettiğini Bediüzzaman söylüyor.
Yine bu meyanda Bediüzzaman’ın Haliç’te kayıkla giderken, sağında solunda arz-ı endâm eden açık-saçık kız ve kadınlara hiç bakmadan yoluna devam ettiğini; bu durumu fark eden yanındaki iki arkadaşının: “Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın” demelerine karşılık; “Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından, istemiyorum” dediğini risâlelerdeki ifadelerinden öğreniyoruz.
Daha sonraki yıllarda da taife-i nisânın, Üstaddan kendilerine bir va’z-ü nasihatta bulunmaları tekliflerini, nazikçe reddederek “mânevî hemşireleri” olarak kabul ettiği hanımlarla yüz yüze görüşmek yerine, bugün elimizde bulunan “Hanımlar Rehberi” kitabındaki yazılı metinlerle nasihatlarda bulunduğunu görüyoruz.
Günümüzde bir çok ehl-i din kadın ve erkeğin birbirleriyle olan münasebetlerde dinin emrettiği ölçü ve tavsiyeleri uygulamakta zorluk çektiğini veya görmezlikten gelerek önemsemediğini görünce, Bediüzzaman’ın bu meyandaki hassasiyetlerinin haklılığını daha iyi anlıyoruz.
Bu gün itibariyle dinî yaşantımızda, Bediüzzaman’ın aynısını yapmak mümkün olmamakla beraber, onun her bir duruş ve tarzının, Nur talebeleri için hafife alınmayacak, kulak ardı edilmeyecek, ciddî tavsiye ve mesajlar olduğunu düşünüyorum.
27.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|