Kâinatta Allah’ın koyduğu kanunlar gereği boşluk yoktur. Eğer bir boşluk veya ihmal veya hesap hatası olursa, o boşluğu başka bir şey doldurur, hatanın veya ihmalin bedeli ödenir. Sosyal ve siyasal olaylarda da durum aynen böyledir. Siyaset de boşluk kabul etmez. Kâinatta tesadüfe tesadüf edilemediği gibi (Albert Einstein), siyasette de tesadüfe yer yoktur. Her gelişme ya bir plan projenin ürünüdür ya da dikkatsizliğin ve umursamazlığın sonucudur.
Fazla geniş alanlara yayılmadan, son siyasî gelişmelerimize uyarlayalım bunu. Çünkü ana konumuz bu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ele alalım isterseniz, en sıcak iki konudan birincisi olduğu için…
Hafızalarımız bizi yanıltmıyorsa bir-ikisi hariç (istisnalar kaideyi bozmaz), ülkemizde cumhurbaşkanlığı seçimleri arefesinde hep krizler yaşanmıştır. Hemen tümü antidemokratik veya kural dışı şekilde gelişen olayların sonucunda bir şekilde yeni bir cumhurbaşkanının seçimiyle sonuçlanmıştır. Bir önceki cumhurbaşkanlarının beklenmeyen gelişmeler sonucunda gidişlerini de hesaba katalım bu arada. Bu bölgede bir manyetik alan olduğunu, bir Bermuda şeytan üçgenine benzer esrarlı çekim alanları olduğunu kabul etmeye siyasî tarihimiz bizi mecbur eder. Bu alanlara, “bir şey olmaz, aradan çok zaman geçti, bir çok şey değişti” diye körlemesine girenler, onca uyarılara ve erken uyarı sistemlerine rağmen maalesef batmışlardır.
İkinci bir husus ise, ülkemizin hep “Take off” noktalarındayken sağ-sol, ilerici-gerici, Türk-Kürt çekişmelerinden ve bunların silâha sarılmış organlarının terör estirmelerinden sonra demokrasinin-hoş bu da alaturka demokrasi diye tanımlanıyor ya öteden beri- rafa kaldırılması, iktidarların devre dışı bırakılması, ana gövde konumundaki iktidar partisinin bir şekilde irili ufaklı, minik, marjinal partilerce parçalanmasının sağlanması… Bu tip partilerin genelde ihtilâl yapmış emekli asker/sivil kodamanlarca teşvik edilmesi, siyaset alanına girişlerinde lojistik destek sağlanması da tesadüf değildir. Ondan sonra gelsin yeni gelişmeler, geri gitmeler, bocalamalar, kaoslar. Ölenlerin, öldürülenlerin, şehit edilenlerin, linç edilenlerin vatan, millet, millî haysiyet söylemleriyle, gözyaşları, romantizm, acıklı soslarla destanlaştırılması ve topluma yedirilmeye çalışılması da işin vitrinlik bölümüdür. Artık ortada kanayan bir yara varsa, vatan tehlikedeyse Meclis, hükümet, anayasal hak ve hukukların zamanı değildir (!) Bir an önce vatan ve millet kurtarılacaktır (!)
28 Şubat sürecinden kısa bir süre önce PKK avı için Güneydoğu ve Kuzay Irak caniplerinde teröristlere karşı geniş bir operasyon yapılmasına aniden karar verilip, o günkü Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’den acilen para istenmesi tesadüf olmayacağı gibi, tıpkı Ankara’daki son çarşı cinayetinden sonra “Daha ne duruyorsunuz?” havalarının basılması üzerine sayın Başbakan’ın “Kuzey Irak çıkarması için askere destek veririz” kararını alması gibi bir gelişme de tesadüf olamaz herhalde. Kürt sorununun askerî tedbirlerle halledilmeyeceği, bunun ancak köklü, sabırlı ve istikametli bir sivil yaklaşımla, eğitimle olacağı bilindiği halde kısa günün kârı konumundaki bir askerî harekât yapmak zevahiri kurtarmaya yönelik palyatif bir çaredir sosyal ve siyasal kurallara göre… Yoksa “Neden şimdi?”sorusu çok şeyi gündeme getirebilir. İntihar saldırıları, terör, mayın tuzakları ve düzinelerle şahit vermemiz yeni bir şey değil ki?
Kuklaya değil, kuklacıya bakmadığımız sürece, “Birileri dışarıdan üflüyor, biz de burada oynuyoruz” hükmünün kaçınılmaz sonucu olarak, birileri Türkiye’yi ve milleti oyuna getirmeye çalışıyor, birileri de yine aynı oyuna gelmek için hep can atıyorsa, memleketin akîl adamları “Şimdi soğukkanlı olmaz zamanı” demelidirler. Öyle birkaç gazete manşetiyle, bir iki hamasî nutukla ve öfkeli kalabalıklar halinde lânet okumayla siyaset yapılmaz.
26.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|